Ellerin Maharetini Makinelere Bırakan Son Kapılar
Bartın
Kültür; tarihi ve toplumsal gelişme süreci içinde maddi ve manevi değerler, yaşam tarzı, nesilden nesile aktarma. Kültürün bir göstergesi olan el sanatları geleneği, duygularını da kattığı bir ustanın elinde işlenerek hayat bulan ürünlerle insanların ihtiyaçlarını karşılayan zanaat. Ustalar geleneğin aktörleri, kültürün dinamikleri. El sanatları, geçmişle gelecek arasında kurulan bir kültür taşıyıcısı. Kültürel kimlik oluşturan el sanatları kimi zaman o yöreye ismini verdiren, hikayeleştiren ve o döneme ait bilgilerle birlikte birçok olguları içeren eşsiz değerler; kültürel veriler, maddi ve manevi değerler.
Geleneksel el sanatlarından makineleşmeye giden post modern dönemde el emeğiyle gerçekleşen geleneksel zanaatlar toplumun tarihine kültürel mirası, kültürel kimliği. Bir önceki dönemden farklılaşma, bir önceki dönemi terk etme, yeni aşamalar, değişimler, dönüşümler modernizmde yer almakta. Tarihsel süreçte köklü değişimler aslında.
İnsanlık tarihinde ilkel toplumda alet yapımı ile başlayan, sanayi devrimi, internet ile tanışmamızla birlikte bilgi toplumu ile devam eden gelişmeler, toplumsal değişim.
Geleneksel zanaatkarlar yaşamlarını sürdürebilmek için modern sanayi ile karşı karşıya. Toplumun beklentisine göre üretimlerini değiştirmekte. Kültürel değerlerin yok olmasını istemiyorlar aslında.
İnsanlık tarihinde önemli bir yer tutan, kültürel mirasın önemli bir ögesi olan geleneksel el sanatları arasında yer alan geleneksel demircilik zanaatına ilişkin demir ve demirin işlenmesi öyküsünü de unutmamak gerek.
Yarım asır öncesi çocukluğumdaki seslerin bir kültür mirası olduğu, kültürel mirasa kapısını açan ve sanayi devrimi sonrası dönemde geleneksel el sanatlarının makineye devretmesi ile yıllar sonra son kalan kapıları görmek ve yok olmakta olan bu el sanatının gelecekte bu zamandaki tarihe ilişkin bilgi oluşturabilmek, belki de bir görüş ile fayda sağlayabilmek. O döneme ait yaşanmış gerçeklere ilişkin bir kayıt oluşturabilmek. Modernizmin ortaya çıkardığı değişim ve dönüşümlere maruz kalan geleneksel el sanatlarının unutulmamasına katkı sağlamaktı beni yazdıran belki de....
Bartın, birçok kültürel zenginliklere ve özelliklere sahip Batı Karadeniz Bölgesinde yer alan bir ilimiz. Sahip olduğu kültürel zenginliklerden bir tanesi, geleneksel el sanatları arasında yer alan demircilik zanaatı.
Geleneksel el sanatlarının ürünlere dönüştüğü ortamı yaşamak ve onlara tanıklık yapmak. Yarım asırlık Demirciler Arastası oluyor burası bana göre şu anda. Yıllar öncesi geçmişe sahip, demirci ustalarının nesilden nesile aktardığı bir alandı aslında burası. Tarihe tanıklık yaptığımı bilmiyordum o zamanlar. Demir parçalarının işlenerek ürüne dönüşmesi, şimdiki zamanda sanayi devrimi sonrası teknolojinin hızla gelişerek bu geleneksel el sanatlarının makineler aracılığıyla yapılacağını tahmin bile edemiyorsunuz... Aslında biz o zamanlarda gelecekte söz edeceğimiz tarihi, bu güzel kültürü, değerleri yaşamış oluyoruz. Küçükken anlamlandıramıyorsunuz yaşanmışlıkları. Hayat sanki hep böyle devam edecek. Zamanın değişim ve dönüşümlerle ilerleyeceğini düşünemiyorsunuz. Zanaatlar da bu dönüşümün içinde. Bu zanaatlar yavaş yavaş yok olmak üzere sanayi devrimi sonrası modernize dönemde.
1967 yıl doğumluyum. Annem, babam dolayısıyla ben de Bartınlıyım. Biz başka bir ilde ikametgâh ediyoruz. Bu yüzden Bartın’da Hendekyanı Mahallesinde oturan ve esnaf olan anneannemi (Fatma Uslu-Lakabı Bakkallardı o zamanlar şimdi Ethemoğulları) oldukça sık ziyaret ediyoruz. Esnaf diyorum özellikle. O zamanlar birçok esnaflığa, zanaata şahit oluyorum. Hepsi neredeyse şu an için geleneksel. Çocukluğumun belirli bir kısmının geçtiği ve bana birçok değerler katan yer. Gelenekleri, görenekleri, örfleri. Mahalle, demirciler arastasına çok yakın. Hafızamda en çok yer alanlardan bir tanesi Demirciler Arastası. Bartın, o zamanlar ilçe ve ilçenin merkezine, çarşısına geçiş sağlayan ve beni en çok sevdiğim leblebi şekerine ulaştıracak olan sokak burası.
Anneannemle birlikte Demirciler Arastasından geçiyoruz. Sokağın sağında solunda yer alan birçok demirci esnafı. Büyük camları olan tahta darabalı dükkanlar. Her iki taraftan gelen çekiç sesleri sokakta, kulaklarımda yankılanıyor. Belirli bir ritimde sanki bu sesler. Demirin sözsüz müziği gibi. Bu ritimsel seslerle hayat buluyor gibiydi demirin hammaddesi. Tam o sırada bir at arabası geçiyor. Atın ahenkli yürüyüşüyle çıkardığı ayak sesleri ve arabanın tahta tekerleklerinin çıkardığı sesler karışıyor ortama. Ses cümbüşü.
Anneannem demirci esnaflarıyla selamlaşıyor, hal hatır soruyor, işlerinde kolaylıklar diliyor. Beni tanıtıyor torunum diye. Ben ise o seslerin arasında dükkanların önündeki tahta tezgahların üzerinde yer alan demir ürünlerine bakıyorum. Camların ardındaki ateşe, etrafa sıçratarak ateşin çıkardığı kıvılcımlara, kızgın demirlere bir de. Kır saçlı, gözlüklü, zayıf bedene sahip demirci amcalar nerdeyse hepsi. Ellerindeki maşalarla tutukları demirler, ateşin üstünde kıpkırmızı. Ayakta duran birilerini görüyorum bir de içeride iki büklüm gibi. Önlerinde kocaman büyük bir demir, bir elinde çekiç diğer elinde bir alet ile tuttuğu kızgın bir demir parçası o kocaman demirin üzerinde. Çekici belirli aralıklarla vuruyor kızgın demirin üstüne. Sonuçta ne çıkacağını bilmiyorum, neden yaptıklarını da. Sormuyorum da anneanneme ne yapıyorlar diye. Ama yol boyunca süren bu sesleri sokaktan uzaklaştıkça hala duyulabiliyorum. Durup kafamı çeviriyorum ardıma bakıyorum, hafif meyilli arnavut kaldırımlı sokakta aşağıya doğru süzülen tüm demirci dükkanlarını görebiliyorum. Sadece onlar var.
Birkaç yıl geçiyor aradan. Artık en çok sevdiğim leblebi şekerini kendim almaya gidebiliyorum. Demirciler Arastasından geçiyorum yine. Selam veriyorum esnaf amcalara gülümseyerek. Tahta tezgahların üzerindeki demirden işlenerek son haline gelmiş ürünlerin adını öğrendim, biliyorum. At nalı, kazma, bel, çekiç, çapa, balta, orak, tırmık, tırpan, sini, güğüm, çivi, maşa. Tezgahın yanında duran kömür sobası, kömür kovası, süngü, davul. O sırada aşağıdan yukarıya doğru sahibi ile çıkan bir at görüyorum. Açık kahverengi pırıl pırıl tüyleri. Uzun yelesi daha açık kahverengi, kuyruğu sallanıyor gövdesinin sağına soluna. Dimdik yürüyor o asil görünüşlü cüssesiyle. Atın ayağından gelen ses cılız. O zaman atın ayağında nal olmadığını düşünüyorum. Belki de nal çakacaklardı. Öğrenmiştim nalları. Hemen oradaki bir dükkanın yanında bekliyorum. Karşı taraftaki demirci dükkanın önünde durdular. Demirci amca içeriden elinde çekiç, çivi ve nallarla dışarıya çıktı. Atı arka tarafına dönük tutuyordu sahibi. Demirci amca yavaşça eğildi. Atın ayağını narin bir şekilde kavrayarak kendine doğru kaldırdı. Nalı düzgün bir şekilde ayağına yerleştirdikten sonra üzerindeki küçük deliklerden çivileri çakmaya başladı. Çekicin sesi farklı geliyordu bu sefer. Birden yanımdaki demirci esnaf amcaya dönerek atın canının yanıp yanmadığını sordum. Hayır acımıyor cevabı yüzümdeki tebessümleri çok sevindirmişti. Biraz öne doğru giderek atın yüzüne bakıyorum, biraz uzağındayım ama. Tepki yok. Canı acımamıştı gerçekten. İşlem bittikten sonra sahibi atın sırtını sıvazlayarak yollarına devam ederlerken atın ayağından gelen ses bu sefer daha kuvvetli. Demirin sesi. Demirci amcaların el işçiliğiyle şekil verdikleri atın ayağında hayat bulan nalın sesi. Artık at da ayakkabısını giymişti. Ayakları (toynakları) acımayacaktı.
Günlerden bir gün anneannemle bir köye gidiyoruz bu sefer. Davet etmişler. Bahçesinde otururken toprakla uğraşan, toprağı kazan birkaç teyze görüyorum. Anneannemin yanına gidiyorum, kulağına yükselerek sessizce söylüyorum; onun adı kazma, diğeri bel, diğeri de tırmık.
Ve yıllar yıllar geçiyor. Tekrar geçiyorum Demirciler Arastasından. Bu sefer yüreğim buruk, yüzümdeki gülümsemeler yerine başka ifadeler bırakmış. Demirci dükkanları yok. Onların yerinde tüketim toplumuna yetişecek makine ürünlerini satacak tahta darabalı büyük camlı dükkanlar değil, modern binalar sıralanmış. Biraz daha ilerliyorum. Bir kapı evet bir kapı açık kalmış o yerde geriye kalan, bir de hafızama yerleşmiş görüntüler arasında kulağımı çınlatan o sesler. Demirin sesi. Hemen giriyorum içeri. Heyecanlı sorularım benden daha telaşlı. “O mu 300 yıllık örs” diyor demirci zanatkarı…
Kaleminize sağlık. Tebrik ederim. Bundan sonra sıkı takipteyip.
Arastaların, o büyülü havasını yaşamıs biri olarak, yazdığınız yazıyı okurken büyük keyif aldım.Çocukluk günlerimden bir sürü anı canlandı gözümde.Yazılarınızı okumak isterim.Emeğinize sağlık…
Çok güzel ve ilgi çekici bir yazı olmuş, elinize sağlık. Ayrıca yazarımızı bu platformda ilk kez görüyorum, hayırlı olması dileğiyle. Gelecek yazılarınızı heyecanla bekliyoruz.
Ellerinize, emeğinize ve yüreğinize sağlık...
Yüreğinize sağlık, çok içten yazmışsınız, yazınızı okurken demirin sesini duyar gibi oldum... teşekkürler....yeni yazılarınızı heycanlana bekliyorum...