Halkın vazgeçilmez eğlence aracı olduğu dönemlerde, Zonguldak’ta hem E.K.İ. hem de özel sektörün işlettiği önemli sayıda sinema vardı. Yılın on iki ayı işletilen sinemaların yanında, yaz mevsiminde işletilen açık hava sinemaları da bulunmakta idi. Bu dönemin içinde yetişen Özkan Gürel elektrikçilik, radyo tamirciliği ve bunların yanına ilave ettiği sinema makinistliği işlerinde usta seviyesine ulaşmıştır.
-Özkan usta, sinema makinistliği işini babanız Fevzi ustadan öğrendiğinizi söylüyorsunuz.
-Evet çok küçük yaşlarda (13-14) babamın yanında çalışarak bu mesleği öğrendim.
-Babanız hakkında kısa bir bilgilendirme yapabilir misiniz?
Babam Erzincan’ın Tercan Kazası Mamahatun Köyü’nden Zonguldak’a geldi. Babam çocuk yaşlarında iken, bir sabah gürültü ve bağırma çağırma sesleri ile uyanmışlar. Annesi kolundan tutmuş kardeşi ile apar topar dışarı fırlamışlar. Babam sekiz, kardeşi beş yaşında imiş. Ne oluyor derken, başka bir evin içine girmişler, bakmışlar ki yorganlara sararak oradakilerin kafalarını kesmişler. Diğer evlerde de aynı durum varmış. Oradan kaçmışlar, bir ay yürüyerek Zonguldak’a gelmişler. Kaçarken yolda, beş yaşındaki kardeşi annesinin elini bırakmış. Korku ile kaçtıkları için kardeşini aramadan yola devam etmişler (I. Dünya Savaşı yılları).
Uzun yıllar sonra, askerden geldiğim 1969’un haziran ayında birisi dükkâna geldi; “Selâmun aleyküm” “Aleyküm selam”.
-Fevzi usta sizin şeyde bir tanıdığınız var mı?
-Nerde
-Samsun’da.
-Allah Allah kim olabilir.
-Orda bir adam var size çok benziyor. Sizin köydenmiş, Mamahatun Köyü’nden.
Allah Allah kimdir diye bir araştırdık, babamın kaybolan kardeşi çıktı. Biri onu alıp götürmüş Samsun’a. Orada büyük bir aile var. Buradan apar topar bütün sülale gittik Samsun’a. Bizi çok iyi karşıladılar. Babamın Zonguldak’ta hiç akrabası yoktu, bir sürü akrabamız ortaya çıktı.
-Özkan usta baban elektrikçiliği nereden öğrendi.
Babam askerliğini Yavuz Gemisi’nde bahriyeli olarak yaptı. O zaman Atatürk Yavuz Gemisi’ne binermiş. Gemide babam çat pat elektrikçilik öğrenmiş. Askerlik bittikten sonra Zonguldak’a annesinin yanına geri dönüyor. Bir annesi var başka kimsesi yok. Askerlikte elektrikçilik öğrendiği için o işle ilgileniyor. O tarihlerde Zonguldak’ta çok az elektrik var. Sadece kömür işletmeciliği yapan E.K.İ.’de var. II. Dünya Savaşı çıkmadan İsmet İnönü Zonguldak’a geliyor. Halkevi’ni gezerken diyor ki; “Bize altı tane sinema makinesi geldi, Hitler gönderdi”. O zaman Türkiye’yi basamak yapacaktı ya, Hitler sinema makinesi hediye etti bize. O makinelerden bir tanesini Zonguldak’a gönderiyorlar. Fakat makinenin ne olduğunu, nasıl çalıştırılacağını kimse bilmiyor. Bundan kim anlar, araştırıyorlar, zaten küçük bir yer burası. Diyorlar ki burada Yavuz Gemisi’nde elektrikçilik yapan bir Fevzi Usta var herhalde o anlar. Apar topar babamı buluyorlar. Gel sen anlar mısın diyorlar. Bir bakayım diyor, sonra çalıştırabileceğini söylüyor. Halkevi’ne makineyi kuruyorlar (şimdiki Belediye Sinemasına). Babam makineyi çalıştırıyor, o zamanlar sinemacılık büyük bir olay, makinistlik önemli bir şey.
Demokrat Parti iktidara gelince Adnan Menderes Halkevlerini kapatıyor. Daha sonra sinemalar açıldığında, Belediye Sineması’nı çalıştırmaya başlayan kişi makineyi hurdaya gönderiyor. O arada Avukat Fuat Arkan (buranın en zengin kişisi idi, ocaklarda çalışanların işçi sağlığı ile ilgili davalarından korkunç para kazanırdı) Konak Sinemasını yapıyor. O makineyi haraç mezat satın alıyor. Babam o makineyi sırtında binanın en üst katındaki makine dairesine taşıyor ve kuruyor. Binanın alt katı hamamdı, o yüzden Avukat Fuat Arkana Hamamcı Fuat da denirdi. Babam piyasada elektrikçilik yaptığı için, birkaç kişiye daha sinema makinesinin nasıl çalıştığını öğretmiş. Ben 13-14 yaşlarında sinemalara merak sardım (1960 senesi). Orada Köprüaltı Sineması var o da yeni kuruldu. Aydoğan Usta vardı kapıda dururdu, meraklı olduğum için bazen kaçak olarak sinemaya girerdim. Amacım sinemayı seyretmek değil makinenin nasıl çalıştığını görmekti. İsmail Kırlangıç vardı Zevk Sineması’nın hakiki makinisti. Ben sinemayı izlemekten ziyade makinenin nasıl çalıştığını merak ederdim. İsmail Kırlangıç şarapçı idi. Öyle vermut içerdi ki komaya girerdi, mecburen makineyi ben çalıştırırdım. Araba yok. Balık pazarının olduğu yerde E.K.İ nin ekonoması vardı. Onun önünde Arnavut Pala dediğimiz bir küfeci vardı. Ona iş çıktı sana derdim gelirdi sinemaya, zar zor sokardık adamı küfeye. 80 kiloluk adamı taşıyacak küfe onda vardı. Adamı Soğuksu’daki evine götürür bizden parasını alırdı. Babam dedi ki; “madem bu kadar meraklısın nasıl çalıştığını sana göstereyim, Konak Sineması’ndaki makineyi sana teslim edeyim”. Boyum yetmiyor makineye film takacağım, ayağımın altına bir şey koyardım. Filmler yaklaşık 30 santim çapında 10 makaradan oluşurdu. Biz onları birbirine ekleyerek film gösterirdik. Makine kömürlü idi, Yüksek amperle çalışırdı yanardı kömür (iki kömür karşılıklı dururdu). Kömür bitince yenisini koyardık. 7-8 numaralı kömürler vardı, artı eksi olduğu için biri 7 numara diğeri 8 numara idi. Makine çalıştığında korkunç ışık verirdi ekrana. O arada Avukat Fuat, Soğuksu’da açık hava sineması olarak Ferah Sinemasını açıyor (Güney Sineması ile sırt sırta). Yazın Konak Sineması’na kimse gelmeyince, Fuat Arkan diyor ki; “3 ay boyunca kapatalım, bu makineyi Ferah Sineması’na taşıyalım”. Ben makineyi oraya nasıl taşıyacağım, o zamanlar araba yok Varşova’lar vardı onlar da bizi kabul etmiyordu. Çaydamar’da benim tanıdığım at arabası olan bir kişi vardı, ona rica ettim makineyi Ferah Sineması’na taşıdı. Yaz boyunca burada çalıştıktan sonra, yağmurlar başlayınca makineyi tekrar Konak Sineması’na taşırdık. Askere gidinceye kadar bu şekilde çalıştım. Askerden geldim, baktım Ferah Sineması duruyor. Konak Sineması’na yeni makine almışlar Iskra marka. Daha sonraki yıllarda Postahane Ferah Sineması’nı buradan çıkardı. Bina yapım çalışmaları esnasında, dört ayak üzerinde bulunan makine dairesi bir kepçe darbesi ile yıkıldı ve sinema makinesi yere düşüp parçalandı. Hitler’in gönderdiği bu makinenin üzerinde gamalı haç işareti vardı. Küçük bir tane daha vardı, onu aldım boynuma astım, gençtim. Altında Almanca “tanrı seni korusun” yazıyordu. Ben onu kuyumcuda sildirdim “Allah seni korusun” diye yazdırdım. Kapuz’a denize gittiğim bir gün, elbiselerimin yanına koyduğum bu kolyeyi çaldılar.
-Özkan Ustam biraz da Zevk Sineması’ndan söz edelim.
-Zevk Sineması açık ve kapalı olarak yan yana bulunuyordu. Babamın anlattığına göre sessiz film dönemlerinde film oynarken sahnede piyano çalınırmış (Şarlo’nun filmleri). Bu tarihi piyano belki de çöpe atıldı. Sinemaların sahibi İsmail Hilalcı idi. Yaşlanınca açık hava sinemasını bana, kapalı sinemayı da Yaşar Oğuztürk’e (Ciklet Yaşar derlerdi) verdi. Kimseye güvenmezdi, yeğenleri olduğu halde onlara teklif etmedi. Aradan bir veya iki sene geçti Hilalcı öldü. Sinemayı Ertuğrul Emral aldı ve bu alana Emral Çarşısı’nı yaptırdı.
-İstanbul’dan filmleri nasıl alırdınız.
-İstanbul’dan şirketler bize haftalık katalog gönderirlerdi. Bizde buna göre sipariş verirdik. Yaşar Oğuztürk’ün film dağıtım şirketi vardı. Daha ziyade köylere film verirdi, dağıtımda 2. El oluyordu. Afişleri 1 hafta önce asardık. Dışarda bağıracak çığırtkan yok, hoparlör yok. Tenekeciye ucu dar diğer tarafı geniş bir boru yaptırdık (megafona benzer). Kiraladığımız bir kişinin boynuna ve sırtına gelecek şekilde asılan tahtalar yaptırdık. Tanıtılacak filmin afişlerini önlü arkalı olarak bu tahtalara asardık. Boynuna bu tahtaları astığımız kişi elindeki boru ile bağırırdı; “Zevk Sineması’nda bu akşam filancanın filmi oynuyor”. Mahallelerde ve sokaklarda gezerek bu işi yapan kişiye beş on kuruş para verir, filmi izlettirir bir de gazoz ısmarlardık. Eskiden elektrik direkleri tahtadandı. Bu direklerde afiş asma yerleri vardı, her hafta gece 12’de bu afişleri değiştirirdik. Daha sonraki yıllarda sinemaların önlerinde, dikkat çekmek için büyük makaralı teyplerle günün sevilen şarkıları çalınmaya başladı.
Zonguldak’ta sinema işletenler aralarında anlaşma yapmışlardı; Köprüaltı (Büyük) Sinema, Gürol Sineması, Lale Sineması ve Yeni Sinema (bugün Güneş Ekmek Fırınının olduğu yer) Türk filmi, Yeni Melek, Konak Sinemaları yabancı film getirirdi.
Lale Açık Hava Sinemasını işleten babam (bugün Soğuksu’da işletilen Heybem Marketin olduğu yer) Köroğlu filmini getirmişti. Filmin bir yerinde kadını dağ başına kaldırıp oynatıyorlardı. Sinema yerinin sahibi “vay nasıl oynatırsınız kadını” diye bizi mahkemeye verdi ve oradan bizi çıkarttı. Daha sonra babam, bugün Maden İşçileri Sendikası binasının olduğu yeri aldı ve Yeni Lale açık hava sineması olarak açtı. Onun yan tarafına daha sonra Akay (açık hava) Sineması açıldı.
Sinema makinistliği yaptığım dönemde, Zeki Çakan Yüksek Elektrik Mühendisi olarak Belediye’ye iş başı yaptı. Zeki Çakan babamı çağırdı (1970’li yılların başı); “size zabıtalar ceza yazıyor, biz size ehliyet verelim” dedi. O zamanlar babam nereden buldu ise bana ehliyet almıştı. Bu nasıl olacak diye babam sorduğunda; “sen zaten sinemacısın, sinemalarda imtihan edelim” dedi. Bu şekilde aşağı yukarı 100’e yakın kişiye ehliyet verdik.
-Kursta teorik bir şeyler anlattınız mı yoksa sadece sınav mı yaptınız.
-Sinema kursu verirdik. Kazananları, Belediye Sineması’nın boş olduğu zamanlarda uygulamalı olarak imtihan ederdik; makine istavroz dişlisi nedir, makinenin saniyede kaç kare atması lâzım, makineye film nasıl takılır vs. Başarılı olanların ehliyetini imzalardık, Zeki Çakan da onay imzası atardı. Ehliyet sahibi olanların yaklaşık yarısı E.K.İ. de işbaşı yaptı (içlerinden hatırladıklarım; Aydın Usta, Kürt Yaşar, Feyzullah).
-Zonguldak’ta başka nerelerde sinema vardı.
-Acılık’ta babamın işlettiği Yıldız Sineması vardı (eski hapishanenin bitişiğinde kapalı sinema). Sitede Şanal Ekmek Fırınının arkasında Site açık hava sineması vardı. Elektrikçilik ustam olan Mehmet Çağan babama sinema çalıştıracağını söyledi. O sırada bizi de Sendika binası yapılacak diye yerimizden çıkardılar (Yeni Lale Sineması). Oradaki makineyi Site Sinemasına kurduk. İsmail Hilalcı’ya ait açık hava Hilal Sineması vardı bugünkü Sendika binasının arkasında. Türkiye’de içinde havuz olan tek sinema idi. Babam anlatırdı, 1940-41 senesinde Kozlu’nun tarihi kilisesinde film oynatmış. Sessiz sinema dönemi, sahnenin önünde piyano olur, piyanist filmin akışına göre müzik çalarmış, ışığı karpit lambası ile yaparmış.
-Sinema makinelerindeki arızalar nasıl giderilirdi.
-Ereğli’den, Karabük’ten, Devrek’ten, Bartın’dan sinemacılar, arıza olduğu zaman bize gelirlerdi. Kalkar giderdik oralara. O zaman yol yok, buradan Ereğli 3 saat, Karabük 4-5 saat. Karabük’e trenle giderdik. Bende babamın yanında bu işin kurdu oldum. Bazen dişli kırılırdı, merkez atölyesindeki ustalara verirdim. Fiberden dişliyi yaparlardı. Onu makineye takar çalıştırırdık. Bu işten bir ücret almazlardı, biz de “hanımını al film izle” derdik.
-Özkan Ustam, şimdi yok herhalde, bir tatlı vardı sinemaların önünde satılırdı. Şam baba tatlısı, bu tatlıyı yapanlara da Şamcı denilirdi. Revaniye benzer şekilde tepsi içinde pişirilir ve iki parmak kalınlığında kesilirdi. Satıcı şam tatlısını ispatula ile tepsiden çıkarır, küçük bir kâğıda sararak müşteriye verirdi.
-Evet, seyirci şam tatlı almadan içeri girmezdi.
-Sinemalarda yer gösteren kişiler oluyordu. Geç gelenlere veya koltuğunu bulamayanlara ellerindeki ışıkla yardımcı olur, bahşişini alırdı.
-Ben de çok yaptım o işi. Yer gösterenin ücreti müşterinin bahşişi ile karşılanırdı. O zaman yer gösterenler de grand tuvalet giyinirdi.
-Zonguldak sinemalarında olağanüstü iş yapan başka bir deyişle uzun süre gösterimde kalan filmler hangileridir.
-En uzun süre oynatılan film, benim çocukluğumda Zevk Sineması’nda Avare filmi idi. Başrolünde Raj Kapoor’un oynadığı film 1 ay gösterimde kaldı (1951 yılı).
Diğer filmler 1 hafta oynatılırdı. Zevk Sineması’ndan sonra 2. 3. filmleri başka sinemalarda da oynadı. Bir de Konak Sineması’nda oynatılan Love Story (Aşk Hikayesi) vardı. Başrollerde Ali Mac Graw ve Ryan O’ Neal’ın oynadığı film çok uzun süre gösterimde kaldı (1970 yılı). Ben filmi 7 kere izledim. Sinemaya girerken seyircilere Love Story’nin özel mendilleri verilirdi. Sinemaya neşeli girenler, çıkarken ağlarlardı.
-Özkan Usta, Türk filmlerinin ilk gösterimine (gala) gelen oyuncular ve konsere gelen şarkıcılar nasıl karşılanırdı.
-Kapılar kırılırdı artistleri göreceğiz diye, 1000 kişilik sinema olurdu 1500 kişi. Artistler sahneye çıkar “merhaba” “merhaba” diye seyircileri selamlardı, ondan sonra film başlardı.
Unutamadığım bir anım var. Zevk Sinemasının açık kısmını çalıştırırken, baktım kapıda çok şişman biri duruyor (200 kiloya yakın), “sen kimsin” dedim döndü “a dedim Necdet abi”. Kendini tanıştırdı; “Ben Necdet Tosun galaya geldim” dedi, tokalaştık, “kapıda dur da seni herkes görsün” dedim. Bu lafımı umursamadı, cebinden demir 2,5 lira çıkardı. “Ne yapacağız bunu” dedim, “yazı tura atacağız kaybeden yemek ısmarlayacak” dedi. “Ben fazla bir şey istemiyorum,10 porsiyon köfte, 10 porsiyon pilav bana yeter, bir de gazoz varsa getirirsin”. Yemek parasını hesapladım, baktım beni aşıyor kabul etmedim.
Birgün dükkânda oturuyorum, televizyonlar yeni çıkmış, ben kendimi hoparlör tamirinde yetiştirdim. Kapıdan saçlı sakallı biri girdi elini havaya kaldırdı.
-Merhaba ben Cem Karaca.
Ben işimde gücümdeyim onu tanımıyorum, yanında da dört tane sakallı genç var.
-Bunlar kim.
-Bunlar Dadaşlarım.
Ben zannettim Erzurumlular, meğerse Dadaşlar Topluluğu imiş.
-Özkan Bey siz misiniz?
-Buyurun oturun.
Arkalarında bir ordu millet onu görmeye çalışıyor.
-Bizim bu akşam Belediye Sinemasında konserimiz var. Bas gitarcı fazla bastı gitara hoparlör patladı.
Hoparlörü bir saat içinde yaptım, teslim ettim.
Bir gün Fuat Arkan beni çağırdı; “bu akşam sinemayı kapatıyoruz konser var” dedi. Konserlerde mikrofon veriyorum, ses düzenini sağlıyorum, sahneye ışık tutuyorum. Konserin sonunda para vermeden kaçıyorlar, aldığım para 50 lira. Emel Sayın konsere çıkarken mikrofonu elinden kaptım, vermiyorum mikrofonu. Emel Sayın ağlamaya başladı.
-Eyvah beni mahvettin, benim sesimi mahvediyorsun, kim bu çocuk (kendisi de 18 yaşında çocuk).
“Ulan” dedi bir adam geldi beni boynumdan duvara yapıştırdı, mikrofonu elimden almak istedi, vermem dedim.
- Ver benim paramı vereyim. Siz üç kağıtçısınız, ben gece 12’ye kadar bekliyorum, parayı alıp kaçıyorsunuz.
Elli lira aldım cebime koydum, verdim mikrofonu. Emel Sayın hala söyleniyor.
-Sinemalarım çok iş yaptığı ve yaygın olduğu dönemde Zonguldak’ta dağıtım şirketleri var mı?
-1972-73 senelerinde İstanbul’da 16mm.lik filmler yapan Dar Film isimli bir şirket vardı. Bizim filmlerimiz 35mm. idi. Bizim filmlerimiz saniyede 24kare, onların filmi saniyede 16 kare geçerdi. Dar Film kendi makinelerini kurmak ve dağıtım yapmak üzere, Vakıflar İşhanı’nın ikinci katında bir büro tuttu ve eleman atadı. Bu makinelerden anlayan kimse yok. Beni buldular, ilk olarak Göbü Köyü’nün girişindeki açık hava sinemasına 16mm.lik sinema makinesini kurdum.
Tarihe karışan sinema makinistliğinden sonra teknolojiye kolayca adapte olan ustamız, bugün büyük bir beyaz eşya ve televizyon üreticisi firmanın servisinde çalışmaya devam etmektedir. Elektrikçilik, radyo tamirciliği, sinema makinistliği ve son olarak televizyon tamirciliği işlerini başarı ile yürüten Özkan Usta, 80 yaşına rağmen dik bir yokuşun sonunda bulunan işyerine her gün yaya olarak gidip gelmektedir.
Kaynaklar: 1-Zonguldak Elektrik Tarihi, Ali Kaya.
2-Zonguldak Nostalji.
3-Halkın Sesi.
Sevgili hocam, yazınız beni geçmişe götürdü ve etkiledi. Ayrıca çok bilgilendim.Çok teşekkürler????
Sayın Mustafa Yüce beyfendiye çok teşekkür ediyorum beni o yıllardaki sinema dünyasında bir gezinti yaptırdı birçok bilmediğim hususlarda bilgilendim birçoğunuda yeniden yaşadım