Muhafazakar, islami, dini inanç bakış açısı ile dayatılan eğitim sistemi son 23 yıldan bu yana çoğu gencin şiirden, tiyatrodan, müzikten... Kısacası, sanattan uzak durmasına neden oldu. Bunun için ekonomik nedenleri de belirtirsek; gençlerin kendileri için özgür alan yaratma, özgüven kazanabilecekleri bir alana adım atma refleksini gösterme çabalarının tamamen tesadüfe kaldığını söyleyebiliriz.
Hiç tiyatroya gitmemiş, bir romanı baştan sona okumamış, şiir olarak ezberinde iki dize olmayan, hatırı sayılır bir şarkıyı mırıldanmayı bırakın ıslıkla bile ezgisini tutturamayan milyonlarca genç arşınlıyor sokakları...
Neyse ki; Saygın, bilgili, paylaşımcı...
Kısacası devrimci öğretmenlerimiz var ve ders programlarının elverdiği sınırların esnekliğinde öğrencilere ışık olup, kör karanlığın içinden çıkmaları için yol gösterici oluyorlar.
Taşkömürü ile varolmuş bir kentte özellikle tiyatro ve müzikle ilgileniyor olmamdan dolayı, orta öğretim, lise veya üniversitelerden öğrencilerle bazen buluşup, sanatla ilgili sorularına yanıtlar veriyorum.
Çocukluk yıllarınızdan bahseder misiniz? Madencilik hayatınız nasıl başladı? Tiyatro sizin için ne anlam ifade ediyor? Ve benzeri sorular... Çok samimi ve içten sorular...
Haftanın son okul günü, dün, liseli iki kız öğrenci ile buluştuk Zonguldak Belediye Kültür Merkezi kafeteryasında.
Samimi iki arkadaşlar, belli. Ödev uzun boylu, sportmen vücutlu kızımızın... Bir iki sohbet ve telefon kayıtına geçtik... Sorular
aynı akış içinde seyir izledi...
Son bir soru geldi ki, yanıtı zor toparladım. Soru şöyleydi;
"Tiyatro yaşamınızda unutamadığınız bir anınız var mı?"
Olmaz olur mu, hem de pek çok! Fakat hangisini anlatayım! Gençler, evet gençlerle bağlantılı bir yanıt vermeliyim, dedim içimden. Ve döküldü sözcükler...
"Şu günlerde Ahmed Arif'in biyografik bir oyununu sahneliyorum. Geçen hafta Bartın'da sahnedeydim. Şehirden şehire bir valizle gidiyorum. Tek kişiyim. Işıkçım bile yok. Bartın Kültür Merkezi salonuna girdim, üç genç 23 Nisan için müzik çalışması yapıyordu. Saçlarını tepesine bağlamış, atletik vücutlu bir genç de merdivenin tepesinde perdeleri düzeltiyordu. 'Hop' dedi, atladı aşağıya. İki adımda yanıma geldi 'tiyatro için, değil mi?' diye, sordu. 'Evet' dedim. Tanıştık... Salonun teknik
elemanıymış... Müzik provası bitti. Hemen oyun metnini tutuşturdum eline. Işık odasına geçti. 'Beş dakkada Beşiktaş' ışık - müzik halloldu. 90 dakika süren iki perdelik oyun süresince tek bir aksama olmadan 'şip - şak' konuya hakim oldu. 19 yaşında, lise mezunu, Belediyeye bağlı taşeron şirkette çalışıyormuş. Ayrılıp, Antalya'da bir otelin gece kulübüne geçecekmiş. Teknik başarısından ötürü kutladım, teşekkür ettim. 'Abi' dedi, 'ben teşekkür ederim, sayende Ahmed Arif'i tanıdım.' Bu bir örnek. Dedim ya 'bir valizle şehirden şehire...' Önceki hafta da İstanbul'da, daha önce Didim'de, Denizli'de... Gittiğim şehirlerde muhakkak bir genç buluyorum. Taşeron işçi, işsiz, öğrenci, genç bir mühendis... Işık - efekt için teşekkürümün karşılığında ben de şairimiz adına gençlerden böyle teşekkür alıyorum. Genç seyircilerden aldığım teşekkür ayrı...
Unutamadığım anım bu işte!"
Liseli iki arkadaşa ben de bir soru sordum;
"Ahmed Arif'i siz tanıyor musunuz, şiirlerini okudunuz mu?"
Biraz sıkılıp, mahcup "hayır" dediler.
Şairimizden bir kaç dize okudum genç arkadaşlarıma. Gözleri ışıdı...
Şimdi de bir kaç dize yazıyorum buraya. "Anadoluyum Ben" den. Gençlere ve daima genç kalanlara...
"... Gör nasıl yeniden yaratılırım
Namuslu genç ellerinle
Kızlarım oğulları var gelecekte
Her biri vazgeçilmez cihan parçası
Kaç bin yıllık hasretimin goncası
Gözlerinden gözlerinden öperim
Bir umudum sende anlıyor musun?"