Her şeyden önce televizyon tuzağından ve ahlâkından uzak yaşamış bir dönemin çocuğuyum. Türkiye'nin televizyonsuz büyüyen son çocuklarıyız.
O kadar çok şey var ki çocuk yaşamıma dair.
60'ların çocukluğuna yetişmiş birisi olarak tüm yiyeceklerin yerli malı olduğunu, Murat 124'ün piyasaya çıkışını, sokakta oynamayı, Doğan Kardeş okuma keyfini, Tipitip sakızından çıkan karikatürleri biriktirmeyi, evimize her akşam babamın getirdiği Hürriyet gazetesini, orta sayfalardaki çizgi fotoromanı her gün anneme okuduğumu, annemle birlikte cumartesi geceleri 21.30’da Kerim Afşar, Ayten Gökçer, Yıldırım Önal, Macit Flordun gibi büyük tiyatrocuların seslendirdiği Radyo Tiyatrosu’nu, sabah 10.20 gibi yayımlanan Arkası Yarın’ı hatırlıyorum. İnce Memed’i ilk kez o zaman Macit Flordun’un sesinden dinlediğimi hiç unutmadım.
Kırmızı üzerinde sarı sarı altın gibi pırıl pırıl, pul pul parlayan bir büfe yaptı bize alt kattaki marangoz komşumuz. Çok havalıydı bu büfe, üstünde bardaklar için konmuş bir katı daha vardı. Bir süre boş kalan büfe, küçücük evimizin en gösterişli eşyasıydı. Bir akşam babam karton kutularla geldi eve. Kutulardan çıkan nefis süt takımları, kahve fincanları, pasta tabakları… Her biri çok ince zevkle üretilmiş, Çekoslovak malı, el yapımı harika porselenler... O akşamı hiç unutamam. Yıllar sonra hele de babamı kaybettikten sonra annemden istedim süt- neskafe takımını. Neden biliyor musunuz? Babamın elleri değdi ya… O nedenle benim için çok değerli bir anı, hiç unutmadım.
Birkaç akşam sonra babam bir fotoğrafçı ile geldi eve. Akşam evde aile fotoğraflarımız çekilecekti. Bir aydınlatma lambası da vardı elinde flaş yerini tutan. Önce ailece, sonra kardeşimle fotoğrafımızın çekildiği o akşamı hiç unutamam.
Yine aynı evde bir bayram öncesinde babam, kardeşime de bana da siyah rugan deri ayakkabı aldı. Bayramdan birkaç gün önce gelen ayakkabılar başucumuzdaki komodinin üzerinde bayramı bekledi giymemiz için. Kardeşiminkiler üstten bağcıklıydı, benimkilerin üzerinde parlak sarı, metal bir toka vardı. Gece uyanınca başımı çevirir, ayakkabılarıma bakar, tebessüm ederdim. Hayatımın en güzel ayakkabılarını yıllar sonra bile hiç unutmadım.
İlkokul 5. sınıftaydım; daha büyük, daha şık bir eve taşındık Safranbolu’da. Kıranköy’den Bağlar’a taşınmıştık. Evimizde Alman malı Siemens marka yandan çevirmeli telefonumuz vardı, numarası 275’ti. Şimdi yedi haneli oldu numaralar. Kol çevirmeli ilk telefonumuzu hiç unutmadım.
Babam, her bayram öncesi elbiselik kumaş alırdı annem ve benim için. Mahallemizdeki kadın terzilerine giderdik. Terziler kendilerine ait atölyelerde değil evlerinin dikiş için ayırdıkları bir odasında çalışırlardı. İki defa provaya gidilir, bayramın hemen öncesinde teslim alınırdı elbiseler. Konfeksiyon elbiseler yoktu benim çocukluğumda. Şimdi ise el emeği dikişler yok, varsa da ya çok pahalı özel ürünler olur ya da ben bilmiyorumdur. O elbiselerimin hiçbirini hele de kemerine sutaşı işlenen kırmızı elbisemi hiç unutmadım.
Unutmadığım bir şey daha var. Bizim oturduğumuz yerde inek besleyen yoktu. Pastörize süt ya yoktu ya da vardı ama biz bilmiyorduk. Sütçüler dolaşırdı kilo ile süt satmak için mahallelerde. Biz kardeşimle süt almak için birkaç sokak uzağa giderdik. Kapaklı bir kovaya konan sütü eve getirince annem kaynatırdı. Gece uyumadan önce bal ilave ettiği bir su bardağı sütü içmeden uyumazdık. Hiç unutmadım.
Balık yağı konusu var bir de. Acaba balık yağı kapsülleri var mıydı o zamanlar bilmiyorum ama babam teneke kutu içinde balık yağı getirdi kardeşimle ikimizin içmesi için. Annem önce ekşi elmaları dilimler, portakal soyar, çay bardağını yarıya kadar balık yağı koyar, içmemiz için uzatırdı. Aman ya Rabbim ne çok kokardı o balık yağı. Onu içmek nasıl bir zulümdü. Bir keresinde Erdoğan içmemek için inat etmişti de eliyle ittiğinde yağ, kilime dökülmüştü. Annem o kilimi defalarca yıkadığı halde yağ lekesi çıkmamıştı. İki kutu tüketmiştik zorla da olsa. Hiç unutmadım.
Sakatat yemezdim ben. Babam çok ısrar ederdi, biz yemeyince de kızardı. Oysa babam “Karşı köyde paça çorbası var, deseler yalın ayak giderim.” derdi. Şimdi işkembe çorbasını da paça çorbasını da içiyorum hem de severek. Çocukluğumda o kadar inat ettiğim için babamı üzdüğümü hiç unutmadım.
Şimdi günümüzde eleştirdiğim şeyler var. Çikolata, şeker, oyuncak, giysi… Ne yazık ki bazı çocukların anne ve babalarından istediği şeylerin sonu gelmiyor. Günümüzde anne ve babalar maddi olanakları olmasa bile çocuklarına her istediklerini bir şekilde satın almaya çalışıyorlar. Çoğu zaman fedakârlık yaptıkları için de çocuklarının daha fazla başarılı olmasını, daha mutlu olmasını, hatta kendilerini daha çok sevmesini bekliyorlar.
“Benim, onun yaşında hiçbir şeyim yoktu; çocuğumun her şeyi olmalı.” diyerek her istediğini almak son derece hatalı bir davranış. İhtiyacı dışında sunulan maddi olanaklar, çocuğa yarar sağlamaz; zarar verir. Bu yaklaşım, çocuğun paranın değerini anlamamasına, kazanmadan harcamaya alıştığı için tembelliğe alışmasına yol açar.
Dünya güzeli iki çocuk büyütmüş bir anneyim. Hatırlıyorum kızıma ayakkabı alacaktık. Önümüzdeki ay alalım kızım, biraz para biriktirelim, demiş ve bilerek almamıştık ayakkabıları. Canım kızım heyecanla beklemişti o ayakkabıyı. Bir defasında “Önümüzdeki yıl doğum günümde beyaz gelinlik alabilir miyiz?” diye kulağıma söylemişti. Bir yıl kadar o gelinliği beklemişti aynı heyecanla. Sonra günlerce her fırsatta giymişti. Kızımın beş altı yaşlarında giydiği bu gelinlikle evimizin içinde mutlu mutlu dolaştığını hiç unutmadım.
Ben elindekinin değerini bilen çocuklar yetiştirdim. Çok güzel okullarda, burslu okudu kızım. Üst düzey şirketlerde çalıştı ama marka takıntısı asla olmadı. Beğendiği elbiseyi pazardan da alıp severek giydi, çok şık mağazalardan da. Ortaokuldaydı, CAT marka botlar yeni çıkmıştı, çok modaydı ama çok da pahalıydı. Aslında biraz zorlansak da alabilirdik ama biz onun yarı fiyatına olan, ona çok benzeyen Slazenger markayı almıştık. Kızım beni anlamıştı. Hiç unutmadım.
Kendi çocukluğumu anlatayım derken kendi çocuklarımı da anlattım.
Babam, benim hayran olduğum babam, ne güzel şeyler yapmış. Yazdıkça ne çok şey geliyor aklıma. Anı kırıntılarımı bulmaya çalışırken bir kez daha hayran oldum kendisine.
Allah, babamı yattığı yerde dinlendirsin.
Aynur MUSLU
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
Belgesel niteliğindeki bu tür yazıları yazabilecek son kalemler. Kaleminize kuvvet, Babanıza rahmet dilerim.
Kalemine,yüreğine sağlık ablam.Aslinda insanı mutlu eden belki küçük,ama verdiği haz büyük olan şeyleri tekrar hatırlamak güzel oldu.
Kalemine sağlık ablacım.Babam kısmında ayrıca duygulandım,insanı gerçekten mutlu eden küçük ama verdiği tatminin büyük olduğu şeyleri tekrar düşünmek güzel oldu sayende.
Cok güzel olmuş yüregine saglık
Muhteşem anılar. Sevgili Hocam, saygı ve sevgiyle anıyoruz