(Kovuk, bir şeyin oyuk durumunda bulunan iç bölümü)
Bir zeytin ağacının Homeros’un kulağına şöyle fısıldadığı anlatılır:
Herkese aitim ve kimseye ait değilim.
Sen gelmeden önce buradaydım
ve sen gittikten sonra da
burada olacağım.
Homeros’un kulağına fısıldayan ağaç, bir meşe de olabilir.
Herman Hesse; “bazen ev, bazen anne mezarı, bazen bir ibadet yeri, okunacak bir metin, seni dinleyecek bir dost, Beethoven ve Nietzsche gibi büyük ve konuşulacak eskiden beri var olan bir tanrı, olduğundan başka bir şey olmak istemeyen, içinde tanrıyı taşıyan bir varlık” diyor Ağaçlar adlı kitabında meşe için.
Evimizin balkonuna çıktığımda başımı kaldırınca “Kapan” dediğimiz bölgede çam ormanını, sol tarafa biraz aşağıya çevirdiğimde meşe ormanını görüyorum. Bu meşe ormanına biz “Gormalık” deriz ama bilirim ki o küçük orman, bizim köye verilmiş bir “Korumalık”tır. İki köyün(şimdi artık belediyemiz var diye mahalle) arasında ulu meşe ağaçlarının dallarındaki kuşların sesini dinleyerek, parke taşlarını adımlayarak Cuma’ya gittiğimiz yol da bu meşe ormanının içindedir. Ormanın bir bölümünde atalarımızın mezarları var. Bütün köyün babaanneleri, dedeleri, amcaları, büyük amcaları, büyük dedeleri, koca anaları orada dinleniyor. Demem o ki bizim kutsallarımıza da bekçilik ve arkadaşlık ediyor bu ulu meşeler.
O meşe ormanında benim çocukluğumda bile hep önünden geçtiğim “kovuk meşe” var. Karda, kışta, tipide okuldan gelen çocukların, bazen evine ulaşmakta zorlanan birinin içine girip beklediği “kovuk meşe… Belki de babamın çocukluğunda da aynı şekilde orada vardı da bugünkü kadar heybetli değildi.
Bu yazıyı kaleme almak istediğimde aklımda bizim evin hemen yanındaki yaşlı, yorgun meşe vardı. Onu yazayım.
Şimdi hemen her evin önüne kadar parke taşı döşenmiş yollarımız var. O zamanlar, azıcık yağmur yağsa yollar çamur olduğu için hiçbir araba evimizin önüne kadar gelemezdi. Sarı toprak yola zaman zaman koca koca kamyonlarla iri iri taşlar dökülürdü ama yağmur sonrası o taşlar, sarı çamurun içinde kayboluverirdi. Bu, yıllarca her sonbaharda yinelendi durdu. Ne zaman ki parke taşı döşendi, köylü kurtuldu çamurdan.
Biz de herkes gibi Beycuma merkezde minibüsten iner, yürüyerek gelirdik evimize. İki ayrı meşe ormanından geçerdik. Aslında iki kilometre kadar bir yoldur yürüdüğümüz. Evimize gelmeden köyün girişinde babamın amcalarının ve dedemin tarlaları vardır. Bizim tarlamızda yola yakın bir meşe ağacı vardı. Eve girmeden önce o meşe ağacının altına gelir, başımı yukarı kaldırır, yaprakların arasından göğü görmeye çalışırdım. Sonraki günlerde her gün meşe ağacına çıkar, elimde yeni çıkan Kemalettin Tuğcu romanım, kocaman bir minderde oturuyormuşum gibi kurulurdum meşe ağacına dallarının arasında kendim için yaptığım köşke. Bu yaşlı meşe ağacı, bodur ve şişmandı, sanırım daha gençken tepesindeki dalları kesilmiş, boyunun uzaması engellenmişti. Yoksa ben korkar çıkamazdım. Bir yaz, başka bir bahçedeki armut ağacına çıkmıştım da ininceye kadar kan ter içinde kalmıştım. Bu; o armut ağacı gibi ince, uzun değildi. Bir keresinde üç arkadaşımla kollarımızı birleştirerek koca gövdeyi kucaklamaya çalışmıştık da tombul meşeyi sarmaya yetmemişti kollarımız.
Şimdi yok, o dibinde palamutlarını topladığımız heybetli ağaç. Nasıl tek yaşıyordu ki tarlanın kenarında? En çok yüz metre uzaktaki meşe ormanından hangi kuş getirdi de bizim tarlaya bırakıverdi palamutları. Çocukluğumun bu efsane ağacı hiç de hak etmediği şekilde kurudu günden güne. Ben liseye yeni başlamıştım o yıl meşe ağacının hemen dibinde yaptırdığımız yeni eve taşındığımızda. Babaannem, alt katta beslediği ineğin kembere(gübre)sini bu meşenin dibine dökermiş. Islak olan bu gübre, günler sonra tepecik oluşturup burada kururken meşenin köklerine de zarar verirmiş. Biz fark edemeden kuruyup gitti tombul yaşlı meşe. Günde ortalama 60 litre kadar su üreten ve yeraltı kaynaklarına yönlendiren, içme suyu üretme ve temizleme konusunda çok başarılı bir tür olan yaşlı meşe ağacımızın kurumamak için ne kadar direndiğini düşününce duygulanıyorum. Yazık ettik. Daha dikkatli olmalı, kendimizden korumalıydık tombul meşeyi.
Pek çoğumuzun doğru zannettiği yanlış bir algı var: “Doğayı koruyalım!” Oysa doğanın korunmak için bize ihtiyacı mı var? Doğayı doğadan korumak mı gerekiyor? Doğayı insandan korumak gerekiyor, aslına bakılırsa doğa bizi koruyor. Bizim, doğanın korumasına ihtiyacımız var.
O zamanlar ağaçların kuşlar için önemli konak olduğunu, hele de yaşlı meşelerin nesli ciddi tehlikede olan Anadolu kartalının en çok tercih ettiği yuva olduğunu, meyvesinin kuşlar ve kemirgenler için besin kaynağı olduğunu, yaprak döken türlerinin ormanın toprak kalitesini arttırdığını, dökülen yaprakların karbon açısından zengin torf haline geldiğini ve ormanı beslediğini bilmiyordum. Ah! Ben nasıl fark etmedim, nasıl yetmedi benim bilgim de ailemi uyarmadım, “Buraya dökmeyin, meşeyi kurutmayın!” demedim.
Meşe ağacının ana vatanı Anadolu topraklarıymış. Ülkemizin iç kısımlarında yetişen meşe ağacının Marmara ve Trakya bölgelerinde ormanları bulunmaktaymış. Meşe ağacının yeryüzünde dört yüzü aşkın çeşidi bulunmakla birlikte, yirmi kadarı ülkemizde yetişmekteymiş. Ak meşe, kırmızı meşe, Macar meşesi, palamut meşesi, İbrani meşesi, pırnal meşesi gibi çeşitleri varmış. Ormanlar; kemirgenler, geyikler, çeşitli kuşlar, ayılar ve sincaplar için yüksek protein kaynağıymış. Birçok canlı için ise yuva haline gelmiş ve ekosistemde önemli bir rol oynarmış. Palamutlar; yaban domuzu, sincap ve kuş gibi hayvanlar için besin kaynağı sağlar, ayrıca, böcekler ve yosunlar gibi birçok organizma için yaşam alanı sunarmış. Hava kirliliğini azaltırken ve karbon emilimi sağlayarak iklim değişikliği ile mücadelede önemli bir rol oynarmış.
Doğadaki tüm canlıların ve elbette meşelerin var kalma çabasını görelim; rüzgârı, karı, tipiyi alt eden anıt niteliğindeki ağaçlarımıza insan eliyle zarar vermeyelim. Seyreltiyoruz diyerek ağaçlarımızı tüketmeyelim. Yaşlı ve yıkılmakta olanın yerine hemen yeni fidanlar dikelim ya da bırakalım orman kendi kendine dengeyi kursun.
Çok mu ince düşünüyorum, sözünü ettiğim “kovuk meşe” dedemin ve hatta dedemin babasının, benim babamın, benim, belki de torunlarımın o yoldan, önünden geçişimize tanıklık edecek, geçmişimize tanıklık edecek.
Aynur Muslu
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
Emeğinize sağlık Aynur hocam, Meşeyi inek tersinin kurutması benim için yeni bir bilgi, vallahi dozunda verilmeyen her şey zararlı. Doğayı insandan korumalı tepitinize katılırım.Anıların canlı bir şekilde yaşaması için Meşe ''nin ve doğal ortamın kalıcılığı önemli.... selamlar
Tebrik ederdim Aynur hocam yazınız çok güzel...