Tarihi eser yağmasının en yoğun yaşandığı, definecilerin on yıllardır canına okuduğu bir bölgede yaşıyoruz. Oysa herkes şu definecilik hikâyelerinden birine denk gelmiştir hayatının bir kısmında bölgemizde. Definecilik avcılığı spor zannetmenin bir başka versiyonudur.
Bugün toprak altında bahtiyar olan bulunmamış olanları saymazsak, günümüze kadar dinamitlenip parçalananlar, vurulup saçılanlar, dışarıya kaçırılanlar, orman kanunlarının estiğini gösteriyor coğrafyamızın kederinde! Bulunup devlet envanterine geçen eserlerin azlığı ve niteliği de bana göre ayrı bir gösterge. Daha çok ve daha sağlam olmalıydılar.
Çaycuma’nın Kadıoğlu köyünde bir tesadüf sonucu bulunduğunu okuduğumuz Ambrosıa Kızı mozaikleri gibi. Ama nedense mozaiğin görüntüsü, üzerinde tarihi bir savaş izi saklıyormuş gibidir. Yangın mı çıkmış, barbarlar villayı basıp mozaiklerin özellikle meme kısımlarını mı parçalamış (eğer öyleyse, mozaikteki efsanede halüsinasyonlar gören Trak(ya) kralı da aynen bunu yapmaya çalışıyordu! Elinde bıçak değil bir balta taşıyordu..), tarihsel süreçte burada tarla süren bir çiftçi tam da buraları mı tırpanlamış?
Soruları kovalayabiliriz. Ama keşke mozaikler tam ve sapasağlam kalsa imiş bizlere. Çünkü birazcık, figürsel desen sağlamlığından anladığını düşünen bir çizer olarak bu mozaikleri çok kez çizimledim. Ve hayran oldum. Hayran olduğum şey o olanaklarla bu kadar sağlam bir desen gücüne, hareket ve anlatım kıvraklığına sahip sanatçı veya sanatçıların bu topraklara iz bırakmalarıydı. Kimdiler acaba? Benim için en gizemli soru budur. İkinci sorum ise sadece “keşke?” Sağlam kalaydı! Bugün ödeneksizlikten sanırım üstü örtülü ve geleceği belirsiz…
Ülkemizin mozaik eserlerde bir dünya incisi olduğunu söylemek abartı değil. Gaziantep, Antakya havzaları en zengin bölgeler. Dünya da Tunus, İtalya, Yunanistan sayılabilir. Ama Türkiye bu konuda freskleri ile birlikte, hatta son dönemlerde Göbeklitepe, Karahantepe gibi yerlerde bulunan daha da eski buluntu heykel ve rölyeflerle çok çarpıcı bir arkeolojik havza.
Zonguldak ve bölgesi taşkömürü ile hepsinden de eski jeolojik ve doğal oluşumları ile zengin günümüze ulaşan müstesna bir bölge. Yok ettiğimiz Sazköye öyle yanarım ki? Keşke birkaç kere değil, yüzlerce kere gidip gezmiş olsaymışım orayı… Bir de üzerinden bombalar geçmiş gibi iş makinelerinin tozu dumana kattığı bir zaman gittik Sazköy’e. “Doğal gaz çıkarıyoruz” diye ortalığın velveleye verilmesinden önceydi.
O zaman gördüm! İnsan kuşkusuz doğanın en tahrip edici varlığı… Geri dönüşümsüz, toplumsal sorumsuzluk, gelecek nesilliksiz, doğa sevmezlik, iklimin canına okurluk, endemik cahillik ne derseniz deyin! Biz bu tür bir distopik geleceğe hazırlanan ve ona katkı sunan işlerde çalışan, istemli istemsiz katılan yaratıklarız. Tahripkâr tavrımızla, bilim kurgu filmlerinin sayborglarına hayran, Yüzüklerin Efendisi’nin Org ırkları gibiyiz. Neyse, konu bağlamından daha fazla kopmasın.
‘Ambrosıa kızı’ mozaiğini internetteki fotoğraf görselleri üzerinden çalıştım. Ambrosıa zaten kralın karısı. Kız değil ihtimal ve en az bir oğlu var! Mozaiklerdeki tek kusur yüzündeki ifade derdim ama düşününce bu bile bence hesap edilmiş zamanın sanatçıları tarafından. Yani kadın korkmuş, yardım istiyor ve çığlık çığlığa birini andırmıyor, görünüyor. Yüzüne yoğunlaşırsanız ‘Çingene Kızı’ gibi herhalde atmasyon ama yakışmış bir anlam üretmek mümkün. Hatta bazıları turist çekmek için “bizim kız daha güzel” diyebilir, ama değil. Bu daha olgun, hatta makyajsız bu haliyle yakışıklı bile sayılabilir. Eminim kopyayla çalışanlar hariç bakarak resmini yapmaya kalkan az buçuk ressamların ve de çizimcilerin karşılaşacakları başlıca tehlike Ambrosıa kızını biraz erkek yakışıklılığı ile çizimlemek olabilir. Fakat bu mozaikçilerin dehası burada. O dönemin beğeni kurallarına o kadar uygun bir yüz ki bu, kesinlikle mozaikçilerin ve onların başındaki sanatçının yüksek yeteneği.
O dönemin tiyatral anlayışının, bir şekilde yaşanılan toplumsal hayatın anlatımına girmiş olduğunu düşünürsek sorun çözülür. Onlar bir olayı vurgularken jestlerden aşırı zevk alıyorlardı. “Eyy Romalılar, Spartalılar” der gibi. Bu tavırda ayak takımından daha farklı olduğunu gösterme gayreti seziliyor.
Aynı konu örneğin başka birçok arkeolojik alanlarda da mozaik veya fresk olarak çalışılmış. Bu yüzden diyorum ya sapasağlam kalsaymış keşke! O zaman çok daha dikkat çekici olacaktı. İyi bir piar ile el sallayan bir hatun görünümünden daha fazla şey hissettirecekti. Özellikle “daha başka sapasağlam kalmış mozaikler olabilir”, düşüncesi ile Avrupa fonları kovalanabilirdi. Ödenek filan işin bahanesi oluyor sanki. İşin altına elini koyan yok sanırım. Defineciler kadar da meraklısı yok bu konunun.
Oysa bu Kadıoğlu mozaikleri ‘mozaik desen gücü’ olarak aynı temayı işleyen pek çok mozaik benzerinden daha başarılı. (Anladık, aynı cümlede üç kere mozaik geçiyor, bir mozaik tatlısı eksik!)
Bir de belgesel bir tarafı var. Köşelerinde Filyos Irmağında ve ormanlarında dönemin avcılık konuları işlenmiş. Belli ki buradaki Romalı tekfur veya “akron sir”ler (Margrave ) uzun bir süre ikamet etmiş.
Efsaneyi merak eden araştırıp okur zaten. Ben kendi çıkarımlarımı sunayım ve bitireyim. Bir kere Filyos hafzası eskiden zengin üzüm ve şarapçılık bölgesiymiş. Yani içme kültürü olan bu bölgenin günümüzdeki tek uzantısı madencilik veya kederinden değil. Besbelli kadim bir gelenek. Yani o genç ve güzel Zonguldaklı sanatçımızın Devrek hakkındaki yakınmasına yüzyıllar içinden birçok kadın-erkek destek verecektir haliyle. Belki de fazla içen babalara, eşlere uyarıydı Ambrosıa kızı figürü! “Fazla kaçırma, kendini kaybedersin” der gibi örneğin.
Bence mozaikteki kadının en az tek memesi çıplaktı. Ben öyle resmetmedim çünkü o dönem çizme amacım biraz farklıydı. Çıplaklığın ayıp değil, estetik bulunduğu zamanlardı. Aklınıza villanın da kötü amaçlar için kullanıldığı gelebilir. Olabilir. İnsanız. Ama değil. Bence bu efsane buraların önceki hakimi olan Trak(ya) imparatorunu yermek için askeri bir motivasyon veya metafor. ‘Resimler ya da imgeler’ sadece dekorasyon ve sanat amaçlı değil özellikle akılcı yönetimlerde propaganda aracı olarak politik nedenli kullanılmıştır.
Yani kendilerinden önceki dönemi kötülüyor Romalılar. Bu benim görüşüm. Benzer yargı varsa tesadüf. Kaynak olarak başka bir yerden alıntı yaptığımdan değil. Belki yanlış bir resim okuması. Burada böyle ifade ederek yaşadığımız yörenin zenginliğini vurgulamak amacım.
Zaten şöyle bitireyim. Metin ve çizimler: Mete Arif Tokmak
Not: Aynı konu hakkında çalıştıkça daha sonra çıkarımlara ve eklemelere açık bir yazıdır, sayın kralım.