Geçen hafta, Burda 67’ye doğru giderken yani BEÜN yolu üzerinde ağaçlarla demir set arasına ve üzerine çokça eski giysi asılmıştı. Makasla kesilmiş yüz ifadesi verilmeye çalışılmış tişörtler, şortlar, eski eşofmanlar filan. Bazılarının üzerine cılız da olsa “sanat nedir”, “düşüncelerinizi yönetmek sizin elinizde” gibi şeyler yazılmış. Dışarısı-sokak mekan, enstalasyon yani yerleştirme teknik sanat anlayışı olarak kullanılmış. Birden karşınıza çıkınca işe yarayan bir teknik. Yine de millet uzak durmaya çalışıyor böyle kavramsal bir şeyden bile… On dakikalık gözlemim bu. Çevresinden dolanıyorlar. Yaklaşan bir tek bendim o süreçte! Fotoğrafladım tabii ki. Benzerleri çoğalır umarım. Yaratıcılığın bir şekli bu zamanımız da. İsteseniz de istemeseniz de sanat galeriye sıkıştırılmış, fotoshop işlerden daha fazlasıdır. Çalışmayı kim yapmış bilmiyorum. İmza filan olmaması da normal… Ama bu bile aslında tedirginlikle üretilmiş bir çalışmaydı. Yani sanatın taşıması gereken özgürlük havasına karşın çekingen kalmış sayılır. Kullanılmış giysiler, burada bir şeyler olmuş ve ondan geriye kalanlar diye düşünülürse anlam kazanıyor. Son protesto olaylarında polisin gözaltına alması sırasında yerlere saçılan onlarca tek ayakkabı gibi… Dolayısı ile fikrin daha kuvvetli ifade edilmesinin önünde hepimizde ki oto sansür kendini her yerde gösteriyor, diyebiliriz. Kamusal alan da daha çok sanatsal işler görebilmeli ve bunu olağan karşılayabilmeliyiz.
Geçen hafta Ankara’da Karikatür Atölyesi’nin teklifi ile 20 çizimden oluşan bir sergi açtım. Benim için unutulmaz anlardı. Ankara, kültür sanat olarak bizim Zonguldak’tan daha cesur ve sokakta. Büyük kentin farkı diyelim. Ancak ben özellikle Zonguldak merkezi iyi bildiğim için son 10,15 yılda iyice gerilemiş olduğumuzu düşünüyorum.
Azcık “ben” diye başlayan cümleler ile yazayım da eski günlere selam çakayım.
Ben bazı yaşlılara Charlie Chaplin izlettirelim demiyorum! Ama izlemeden bu yaşa gelmişlerse (ki yuh demeli) izlemeleri lazım. Mesela “sanatçı kimdir” sorusuna da iyi bir yanıt Şarlo!
Ben herkes sanattan hoşlanmalı demiyorum. Ama içindeki sanatçıyı keşfetmeden ölüp gitmek kötüdür. Bilmediğin şeyden nefret etmek çarpıtılmış bir bilinç ile ilgilidir büyük olasılıkla. Herkesin az çok bir sanatçı tarafı vardır. Köreltmişlerdir bir şekilde… Bunu diyorum.
Şimdi de alandan yayın yapayım, günümüzün diline yakın olsun:
Gündem biz sanatçıları niye ilgilendirmeli? Sanatçı olmak muhalif olmak, toplumcu olmak, halk adına konuşmak olduğundan mı?
Eh.. ama asıl mesele, hayal gücü sanatın bir tarafıysa gündem de öteki tarafında duran gerçektir. O yüzden sanatçı gündemden kaçamaz. İlla ki “gündemin sanatçısı olmak gerektir” demiyorum. Ancak gerçeklerden kaçmayan sanatçılar kalacaktır geriye, diyorum.
İnsanın kendini anlatım yollarından biri olan sanatın üreticisi sanatçılar, düşünce tahammülsüzü, tartışma özürlü ortamlarda sivrilir, hedef tahtasına konur. Herkes sanatçı uzmanı olur! Sanatı anlatım yolunuz olarak içten biçimde kullanmazsanız sanatçılığı anlamakta zorlanırsınız diyorum.
“Gündem biz sanatçıları niye ilgilendiriyor” sorusuna bir de şu şekilde bakalım. Fildişi kule de yaşayan sanatçı ve aydın yaklaşımları vardır ezelden beri. Bu yaklaşımı yapanların fildişi kuleyi imge olarak kullanmaları bile komik ya neyse! Şöyle diyelim: Çok lüks yaşayan insanların hayatlarını dizi olarak tv’de izlemekten mest olanlar laf sanatçıya geldi mi böyle bir sataşmadan geri durmazlar. Bir genelleştirmedir kaptırmaya bayılırlar.
Mesela şöyle deseler anlarım. “İki maaşlı olup birilerinin peşinde koşan kültür mantarları.” Ha işte, sanatçıların çoğunun işsiz, geleceği belirsiz geçirdiği bir süreçte ve coğrafyada bu, isabete yakın tanımlamaya da uygun kişiler var.
Günümüzde sanatçılık bu kadar okulu, bu kadar üreteni olduğuna göre artık geniş bir sınıftır. Zümredir. Sokakta duvar resmi yapanıyla, kafe de gitar çalanıyla, az sayıda ki salonlar da tiyatro yapanıyla… Belki de meslek koludur. Ama memuriyet değil. İşçiliktir biraz ama tam değil. Zihinseldir ama akademisyenlik değil. En azından ekmeğini buradan kazanmaya çalışanlar olduğunun kavranması açısından bunların yerli yerine konulması gerektir. Çoğu insanın ne kadar az bu ayrımların farkında olduğunu görmek Atatürk’ün ulaştırmaya çalıştığı “muasır medeniyet” kavramı adına da acıdır. 100 yılı aşmış Türkiye Cumhuriyeti ürettiği değerler ile dünyanın gerisinde olmadığını çoktan kanıtladı. Hani “kültür mantarları” demiştim ya, işte bunun mirasını yiyen onlar.
Güne dair söyleyeyim: Günümüzün sanatçıları Üniversite Öğrencileridir! Lise öğrencileridir. Öğrencilik duygusu ile devam eden, geleceklerinin daha iyi olmasını sağlamaya yönelik mücadele içinde olanlardır. Romantizm onlardadır. Yaratıcılık onlardadır. Gerçekçilik onlardadır. İçtenlik onlardadır. Sezgi onlardadır. Hakları vardır bu konularda. Çünkü en çok hayatı tehdit edilen, geleceği çalınanlar grubudur bu. En temel hakları elinden alınan Amerikan projelerinin altında kalmış ulusları gördükçe sıranın kendilerine gelmesine itiraz edenlerdir.
Gelecekleri için seslerini duyurmaya çalışanlardır günümüzün sanatçıları. Bu kavrayışla zaten sanatçılık açısından güncel olan ile yaratıcılık arasındaki sınır ortadan kalkmıştır.
Sokaklarında dili olduğunu hatırlatmanız nekadar güzel sayın Tokmak, sanatçıların çoğunun işsiz, geleceğinin belirsiz.olması bizi içten yaralar..