Çankırı’nın bir köyünden yola çıkan genç bir adam… Yoluna çıkan köylerde çobanlık yaparak Zonguldak’a ulaşır. Önce Çaydamar Ocağı’nda madenci olarak başlar işe, sonra Lavuar’da kömür yıkayıcısı olur. Kömürden kararan elleriyle, kömürle boğuşa boğuşa emekli olur. Fakat bu emekliliğin tadını çıkaramadan, gırtlağına yapışan kömür tozuyla, henüz 60’ına varmadan kansere yenik düşer.
O, benim babamdı.
Ben bir madenci kızı olarak büyüdüm. Acısını, alın terini, sessiz direnişini gözlerimle gördüm. Ve bir gün, 2013 yılında, Asma Ocağı’nda, _245 metre yerin altına indim. Demir kafeste yanımda madenciler… Her adımda yer altının rutubeti, karanlığı ve büyüsü… O an, kömür sadece enerji kaynağı değil; yazılmamış şiir, taşın kalbindeki hüzün, emeğin karasıydı benim için.
Zonguldak, sadece yemyeşil ormanları, mağaraları ve tarihi kalıntılarıyla değil; aynı zamanda bu ülkenin yer altına gömdüğü alın teriyle, nice göçüğün, acının ve sessiz kahramanların şehri olarak da var. Taş kömürü üretiminin merkezi olması bir tesadüf değil; bu topraklar, fedakârlığın ve direncin üzerine inşa edilmiş.
Bu şehirde acılar siren sesleriyle başlar. Bayraklara sarılı tabutlar, Amele Birliği Hastanesi’nin yokuşundan sessizce iner. Biz Ontemmuz mahallesinden, gözyaşlarıyla izleriz. O sahneler, her evin hafızasına kazınmıştır. Çünkü Zonguldak’ta herkes ya bir madencinin evladıdır ya da bir madenci hikâyesine şahittir.
Madenciliğin ne olduğunu anlamak için sadece istatistik yeterli değildir. Yerin altındaki karanlıkta umutla çalışan, elleri kömürle kararan ama yüzü ışığa hasret kalan insanların hikâyesini dinlemek gerekir. Bu hikâyeler, göçükte kalan bir kaskta, evine dönmeyen bir çift çizmede ya da sessizce yakılan bir mevlitte saklıdır.
Kömür, bu şehirde sadece yakacak değil; geçmiş, gurur ve bazen de gözyaşıdır. Zonguldak, Türkiye’nin enerji ihtiyacını karşılamanın ötesinde, bir mücadele tarihidir. Ve artık görevimiz; bu değeri sadece tüketmek değil, korumak, yaşatmak, hakkını vermek olmalıdır.
Bugün Zonguldak’a düşen sorumluluk; madencinin çalışma koşullarını iyileştirmek, doğayı koruyarak sürdürülebilirliği sağlamak ve bu toprağın hikâyesini unutturmamaktır. Çünkü bu hikâye hepimizin hikâyesi. Bir şehri anlamak için onu sevmek gerekir. Ama o sevgi sadece gezmekle, görmekle değil; onarmakla, araştırmakla, değer katmakla olur.
Kömürün karası, bazen alın yazısına dönüşür. Ama o yazının satır aralarında emek, direniş ve umut vardır.
Ve ben o satır aralarına, babamın anısına, Zonguldak’ın mücadelesini, yer altı ışığını ve madencinin onurunu şiirlerimde anlatmaya çalışıyorum.
“Yaşadıkça Yazılır Alın Yazısı” adlı şiir kitabımdan bir şiirimle, hayatını bu zorlu yolda kaybeden tüm madencilerimizi rahmetle anıyor, hastalıklarla boğuşanlara şifa diliyor, alın teriyle ekmeğini kömürden çıkaran tüm madencilerimize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Var olalım. Var olsunlar
Yeterki Ferman Yazdırma Kaşlarının Karasına
zongalık kıyısında hırçın karadeniz
yağmur kaçkını bir dere
tepelerden taşan cömert yeşillik
manzaranın usluluğuyla koşmuş
talihinin kara günlerine
kara kara taşlar marifetiymiş
yandıkça yakacağı öğrenilmiş
teneke barakalarda titreşen işçi nefesleriyle
ısınmış zorbalığın efendileri
kurtuluş sevinciyle kefenlenmiş küllü tenleri.
bitti mi ki ölüme şahitliği atılan ayakların?
hevesle çatılıyor mu domuzdamları ?
elleri kapkara, elleri kurumuş toprak
yüzleri kapkara, yüzleri ışığa hasret
tutulan hesapların tutarı olmuş;
yazılmış adı amele listesine.
gittikçe azalıyor mu ki ateş böcekleri ?
selametle giden, selametle dönüyor mu ?
köyleri her mevsim güzel
köyleri figansız güzel
uçurtmalar uçurulur çocukluk semalarında
düşler asılır bahar tomurcuklarına
kavuşamadığı sevgiliyi, oynayamadığı oyuncakları özler
kanatları kırılmayan kuşları özler...
ayakları isteksiz bulaşır kömürün karasına
muhtaçlığın zorundan bağlanıyor mu ki kollar?
kafeslere binenler çıkmaya mı dolular ?
bir türkü tutturulur uzak dağlara doğru;
’'kar yağar buram buram, evim yok nerde duram', Varsam yârın yanına, keyfine meydan kuram"
gecikmiş heveslerine umut yağar yankılarından
açsa da zakkum çiçekleri efkar yamaçlarında
’'kestane gürgen palamut, altı yaprak üstü bulut,
gel sen burda derdi unut, orman ne güzel ne güzel’'.
sıladan esen ekmek kokusu unutturur mu ki gurbetliği ?
lağımcılığına laf getirir mi ellerini yaralamak?
mahçup edasıyla siyah akar Üzülmez'in deresi
duman salar gözle kaş arasında havalandırma
yürekleri ağıza getirir siren sesleri
koşar adamlar…
koşar kadınlar…
koşar çocuklar
mahşer yerine döner ekmek teknesi!
dua edilir, ocağıma ateş düşmeden yanayım
yanayım da kendi derdime değil!
seyir bittiğinde manşetten düşer mi ki ağıtlar?
ateş düşen ocaklar yandığıyla mı kalır ?
yerin altı serin,
sıcak, dar, uzun, iniş, çıkış, karanlık, kan, ter!
kömür, ışıltı,
tılsım, bereket, umut,
emek terazisiz, hırs küpü, dudak arasına sıkışmış değer
sarmış dört bir yanı mükellefiyet izleri
yollar paranın cazibesine gider.
kazmacı helalinden kazar, kamacı helalinden yontar
çavuş, emre amade…
patron, insafa kalmış
sahi,
böylesi teslimiyet olur mu ki ölüm pahasına?
bedel ödenmedi mi zongalığın Zonguldak oluşuna?
razıyım,
ışıklı gecelerinde kandırılan derdim,
yıkılan anılarım olsun
yeter ki ferman yazdırma artık
kaşlarının karasına !
Gülden IŞIK-Zonguldak























