Köşe yazılarımda, bugüne kadar, hep güncel, politik, mesleki tespitlerimden bahsettim…
Bugünse, günümüzle bağlantılı bir kuşağın hikayesinden biraz bahsetmek istiyorum…
Evet, bir girizgah yapalım…
Örgütlü bir kötülükle karşı karşıyayız…
En tepeden başlayıp, toplumun neredeyse her zerresine kadar nüfuz etmeye başlayan bir kötülük…
Toplumsal çürüme, almış başını giderken, mutlu olabilmek mümkün mü…?!!
Bu toplumun büyük bir çoğunluğu, yaşanan bunca şeye, neredeyse son 20 yıldır genellikle sessiz kaldı…
Demokratik kitle örgütleri, sol sosyalist partiler, emekçiler ve halkın küçük bir azınlığı isyan etti yıllardır…
Ve hep şöyle bir argüman gelişti toplumda…
“Bu Demokratik kitle örgütlerinde, hep şu beyaz saçlılar ve yaşlılar var…”
Vazgeçmiyorlar hayallerinden nedense…?
İşte bugün de, neden vazgeçmediklerini anlatmaya çalışacam size o kuşağın…
Öncelikle o kuşak bugünlerde yalnız hissetmiyor kendisini…
Gezi de biraz heyecanlanmıştı bu kuşak, ancak uzun sürmedi…
Şimdi gençlerle omuz omuzalar, toplumsal bir muhalefet ve halkın büyük bir çoğunluğu var artık…
O yüzden şimdi daha bir mutlu o kuşak…
Çünkü, bayrağı teslim edecekleri gençler ve halkın büyük bir kısmı, artık onların omuzdaşları, yoldaşları..
Kimdir o kuşak…?
Nedir hikayeleri…?
O “Kuşak” en az yirmi yıllık bir çember içinde doğan kuşaktır...
1950-1970 arası doğan bu kuşağın ortak özelliklerini aktarmaya çalışayım size...
Buradan çıkaracağımız çok dersler var...
Bu bizim kuşağımız, birbirine düşman edilip yine birbirine kırdırılan bir kuşak...
Kimilerinin ilerici, kimilerinin de faşist olarak damgalandığı bir kuşak...
Gericiler de vardı, ama onlar faşistlerin kuyruğuna takılıp, iki yüzlü, riyakar, kim biraz güçlüyse onların tarafında olabilen, bazen bizimle bile ilişki kurmaya çalışan, kısaca alçak bir kitleydi…
Zaten 12 Eylül sonrası da bu özellikleriyle hiç zarar görmediler ve bugün iktidardalar…
Bu kuşaktan sadece farklı düşüncelerinden dolayı binlerce genç birbirine kırdırıldı...
Bu da yetmedi. Siz birbirinizle niye anlaşamadınız diye, bir kısmı darağacına gönderildi, büyük bir kısmı da zindanlarda çürütüldü…
Yıllar sonra anlaşıldı ki, bu komünist, solcu dedikleri gençlerin ortak sevdası “Tam bağımsız Türkiye” imiş, sadece…
"Hepsi şahsına münhasır özel üretilmiş, yokluklar içerisinde yetişmiş yaralı bir kuşak…
Bunlar 1950-1970 yılları arasında bu dünyaya merhaba demiş en genci ellibeş, en delikanlısı yetmişbeş yaşında…
Hâlâ on sekizlik taylar gibi ideallerinin peşinde koşan hesapsız bir kuşak...
Hiçbirinin altına hazır bez bağlanmamış, şeker çuvalından pantolon, canik lastikten ayakkabı giymiş, okulda süt tozu içerek beslenmiş bir garip kuşak...
Hiçbirinin renkli çocukluk resmi olmamış...
Hatta bir çoğunun çocukluk resmi bile olmamış...
Hiçbiri kreş, dershane, özel okul görmemiş…
Ama hepsi profesörlere ders verecek kadar bilgi sahibi olan tuhaf bir nesil...
Harp görmüş, darp görmüş, baskı, çatışma, sorguda işkence görmüş, karakolda sorguda Filistin askısı...
Cezaevinde isyanla tanışmış...
En azı beş ihtilal, altı muhtıra, yedi postmodern darbeden sağ salim paçayı yırtmış…
En azı on ekonomik krizden nasibini almış.
Tecrübe abidesi, yoklukla terbiye edilmiş direnç abidesi bir kuşak…
Ne yaptıysa, yoluyla, yordamıyla kendi meşrebine uygun, ahlakına yakışanı yapmış...
68'liler de, 78'liler de bu kuşağın deli tayları...
Denizler, Mahirler, Hüseyinler, Ulaşlar, bu kuşağın temsilcileri.
Tarihe adlarını yazmışlar…
Ve bu kuşağın, istisnasız tamamı karşılıksız, hesapsız bu ülkeyi sevmişler…
Bunlar gerçekten özel üretim...
Çoğu yatılı okumuş...
Kardeşlik, paylaşma duygusu zirve yapmış…
Çok kitap okumuş, en az liseyi bitirmiş, hayatı yaşayarak öğrenmişler…
Çoğu simitçilik, ayakkabı boyacılığı, işçilik, tamirci çıraklığı, inşaatlarda amelelik, pazarcılık, hamallık yaparak okul harçlığını çıkarmışlar…
Ne ailesine, ne devlete yük olmuşlar…
Geneli bir baltaya sap olmuş…
Kimseye muhtaç da olmamış, ezilmiş ama ezik kalmamış…
Dik durmuş, dikleşmemişler…
Kendi şahsına münhasır özel bir kuşak...
Görevini, sorumluluğunu bilen onun için bir pireye bir yorgan yakan öfkeli, hırçın acayip bir kuşak bu…
Bu güzel insanlara iyi bakın..
Bunlar som kadifeye sarılmış çelik yumruk misali yumuşak görünüp indiği yeri dağıtan özel kuşak...
Öfkesinden de sakının ha..!
Bunlara gerçekten iyi bakın. Çünkü bunların nesli tükenmek üzere...
Bunların üretimi sonlandı...
Bunların kullanım süresi de doldu. Tedavülden kalkıyorlar...
Neden bu kuşak özel biliyor musunuz..?
Bu kuşağın üzerinden silindir gibi bir devlet geçti…
Dozer gibi dünya milletleri geçti...
Hayat bu kuşağı sınadı ama tüketemedi...
Bu kuşak ihanetin acısını, dost hançerinin sancısını, ölümüne yoldaşlığı, mezara kadar arkadaşlığı bilir...
Dostu için can vermeyi, elindeki son lokmayı paylaşmayı, sadakati, vefayı çok iyi bilir...
Bu kuşak pratik, aksi, deli ve serttir...
Bir o kadar da merttir…
Hoşgörülü ve merhametlidir...
Bu kuşağın yaşarken öğrendikleri bilgi, kaybederken edindikleri tecrübe en büyük servetidir...
Tam bir müzelik ve antikalardır…
Onun için, hâlâ inadına yaşayan ana, baba, amca, dayı, hala, teyze, nene, dede, babaanne…
Her neyse işte her neyiniz varsa değerini bilin lütfen..!
Çünkü bunlar elinizdeki son değerli hazinedir...
Oturun onlarla, konuşun. Onları dinleyin, geçmişi öğrenin onlardan...
Sonra arar da bulamazsınız...
Onlar yakın tarihin son kaynak, canlı kişileridir...
Her biri iki ayaklı kütüphanedir. Sözlü olarak, yakın tarihi size anlatır...
Yaşar Kemal’in de yazdığı dizeden esinlenerek…;
O güzel atlara binip giden, o iyi insanlardan olan…;
Deniz Gezmiş’in kendi el yazısıyla idamından önce yazdığı şiirle bitirelim…
“Yenilmişsem…Elim kolum bağlı, boynumda yağlı ip
Gelip dayanmışsam darağacına
Dudaklarımda yarın, gözlerim yarınlarda
Unutmak mı gerek seni?
Kapılar kapalı tutulmuşsa gece, kapkara yollar
Sıcacık bir sevgi sunmayacak mıyım insanlara?
Bakmayacak mıyım yarınlara
Seslenmeyecek miyim insanlara..?”
Ölüme giderken bile, hala geride kalanlara umut veren dizeler…
İşte böyle bir kuşağı anlatmak istedim sizlere…
Sağlıcakla kalın dostlar…
C.Sağtekin/Maden Mühendisi/Etimaden/Ankara/ 22 Mayıs 2025
HIZ KESMEDEN KUŞAKTAN KUŞAĞA AKTARIYORUZ. BU ÜLKE DİNDEN BESLENENLERE BIRAKILAMAZ.
çok güzel anlatmışsım. ser verip sır vermeyenleri, örnegin kaypakkayayı da anabiliriz selamlar.