Gündemin ortasına düşen ve Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli olarak tanımlanan taslak üzerine birkaç kelam edelim düşüncesiyle konuya giriş yapalım.
Milli Eğitim Bakanlığının on yıllık bir çalışma planı olarak tanımladığı ve kamuoyuna deklere ettiği bir nevi nabız ölçümüne sunduğu ve Türkiye Yüzyılı olarak kodladığı yeni (!) eğitim öğretim müfredatı çok tartışılacağa benziyor. Umarız bu tartışma yerinde ve iş işten geçmeden yapılır.
Bu taslağı tanımlarken Maarif Modeli demeyi uygun görmüşler.
Taslak gündeme düştüğünden beri kafa karıştırıcı eksik ve taraflı hazırlanmış olduğu konuşuluyor. Yavaş yavaş yükselen sesler önümüzdeki günlerde bu konunun nereye varacağını da mutlaka gözler önüne serecektir.
Şu günlerde yerel seçim sonrası belediyelerdeki değişim ve afiş afiş sergilenen hatta biraz da görgüsüzce bulduğum alacaklı verecekli muhabbeti daha çok gündeme oturmuş olsa da, umarız eğitim öğretim konusunda hazırlanan taslak geç kalınmadan dikkat çeker.
Bu konunun gündeme düştüğü ilk andan itibaren Eğitim İş Genel Başkanı Kadem Özbay katıldığı bir TV programında düşüncelerini kamuoyuyla bütün çıplaklığıyla paylaşıyordu. Süreç içinde tespitleri sonuca ne denli etki edecek, bunu zaman gösterecek.
Özbay’ın dikkat çektiği önemli noktaların başında özellikle Türkiye Cumhuriyeti kurucusu Atatürk’ün Cumhuriyet ile birlikte hayata geçirdiği ilkeler ve inkılapların gelecek kuşaklara unutturulmaya çalışıldığı geliyordu.
Tarikatlar ve din sömürücülerinin kayırıldığına, eğitimin daha çok din dersleri üzerinden programlandığına ve bunun zorunlu kılındığına dikkat çekiyordu Özbay. Eskide kalan terimlerin yenilikçi düşüncenin aksine, yeniden bu taslak üzerinden güncellenmeye çalışılması, kesilmemiş bir hesabın var olduğunu gösteriyor diyordu.
Yıllardır aynı safta oldukları açıkça bilinin Cumhuriyet ideolojisinin düşmanı olan bu din merkezli kesimin, algı kırmak adına kendi aralarında kurguladıkları içine biraz da ajitasyon katarak sıyrılmaya çalıştıkları oyunlarda biliniyor diyordu Özbay.
Aynı safta birlikte hareket etmekten hiç vazgeçilmediğini saptaması ise konuşmasında dikkat çekici bir başka detaydı.
Birbirlerini karalayarak algı yaratan cemaat sevicilerinin rotalarından hiç şaşmadığını, bilakis bu şekilde davranarak var olan Atatürk ideolojisini yıkma planı kurduklarını, sözde karalama politikalarıyla kamuoyuna farklı bir resim vermeye çalışılırken, özde işbirliklerinin devam ettiğini ve nihayetinde de din üzerinden gelecek nesli biçimlendirme çabaları içine girildiğini öne sürüyordu.
Bunun sanılandan çok daha ciddi bir tehlike olduğuna özellikle dikkat çekilmesi, güne düşen ve üzerinde durulması gereken bir başka uyarı niteliğindeydi adeta.
Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli; Mecliste yasalaştırılmadan önce gelecek olan reaksiyonların derecesine göre ya yürürlüğe sokulacak yahut yeniden biçimlendirilecek. Cumhuriyet yüzüncü yılına erişmiş ve bunu kutlarken, eğitim öğretim konusu üzerinden gündeme düşen bu taslak ile belki de en zorlu mücadelesi verecek.
Peki, kimler verecek bu mücadeleyi, elbette Türkiye Cumhuriyetinin eğitim neferleri başta olmak üzere tarihine ve geleceğine sahip çıkmak zorunda olan herkes, Atatürk Türkiye’sini benimseyen herkes bu konuda kendini sorumlu hissedecektir mutlaka.
Malum son yirmi yıllık süreç de ülke yönetiminde başı çekenlerde her şeyi bilmek gibi bir hadsizlik ortaya çıktı. Sonuçları ağır ödenen bu acemilik umarız eğitim öğretim konusunda da deneme yanılma yöntemiyle zaman kaybettirmez.
Zira işin ucunda zamanın ötesinde gelecek nesiller olduğu düşünülürse, konunun hassasiyeti kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Ekonomi, sağlık, teknoloji ve bilumum yaşamsal gerekliliklerin altını dolduramayanlar Başöğretmen olmaya heveslenirlerse bu konunun hassasiyetini buyurun siz yorumlayın. Atatürk gibi bir dünya liderini Başöğretmen olarak tarihine yazan bir ulusun kuruluş kodlarıyla oynamak neredeyse insan DNA’sı ile oynamakla eşdeğer. Bu gibi oyunlarla harcanılan zamana üzülüyor insan çünkü altında büyük bir kin ve büyük bir hazımsızlık olduğunu görüyorsunuz.
Eğer çok istiyorlarsa ideolojilerini hayata geçirmeyi, bunu Türkiye Cumhuriyeti üzerinde yeni yüzyıl oyunuyla değil, kendileri bir vatan kazanarak yapmalılar, kazanılmış bir vatanı sömürerek değil diyordu Özbay.
Atatürk’ün izlerini silmek için gösterilen çabaya öfke duymamak mümkün mü? Bunu kabullenmeye zorlanmak zamanı boşa harcatmaktan öteye gidemiyor, hatırlarsak eğer T.C. rahatsızlığı duyanlar üzerinden bunu çok kez deneyimledik. Keza andımızın kaldırılması Milli değerlerimizin şeklen ve içerik olarak verdiği rahatsızlıktan olmalı ki göz göre göre yok saymaya gitmişler ancak tamamında muvaffak olamamışlardı.
Bütün dayatmalara ve baskılara rağmen görülüyor ki ne kadar istemeseler de sonunda aslına rücu ediyorlar. Öyleyse bunu kısa yoldan kabullenip önüne bakmalı bu ülke. Geleneklerine bağlı ama çağdaş bir dünyaya yüzünü dönerek, eşit, özgür yaşamalı her ferdi.
Bir ileri iki geri birbirini ayrıştıran dilden, tavırdan, eylemden, söylemden gına gelmedi mi size de.
Dünya konjonktüründe hatırı sayılı bir güçte yer alabilmek adına bilimin hızına, ilim gücüne hiç kuşkusuz ihtiyaç var. Fakat ne yazık ki bambaşka fikirlerle, bambaşka niyetlerle boğuşuyoruz. Rüştünü ispat etmiş bir ulusun yönetim biçimini ve kodlarını yok sayarak, yeni bir ülke kurmaya meyletmek, Türkiye Cumhuriyetinin varlığına yapılmaya kalkışılmış büyük bir kötülük ve haksızlık olur ancak.
İnsanın aklına ister istemez şeytan karışıyor. Sahiden de Türkiye Cumhuriyetine kötülük mü yapılmak mı isteniyor. Türkiye Cumhuriyetinin kurucularına işlerine gelince sahip çıkıyormuş gibi yapıp, işlerine gelmeyince de tarihe gömmek için fırsat yaratmakla iştigal etmek, bu ülkenin değerlerine yapılan en büyük hadsizlik olsa gerek.
İleriye gitmek, dünyaya bilimle, sanatla fark atmak varken sadece ideolojik savaşlar üzerinden yavaş yavaş içi boşaltılan kavramların ve unutturulmaya çalışılan ulus değerlerinin geri kazanımı için mücadele edilir oldu, en azından belli bir kesim bunu görev edindi. Şu durumda karşılıklı bir restleşme üzerinde sürekli zaman kaybediliyor.
Toplum katmanlarında bir şekilde milli duyguların, ulus değerlerinin ortadan kaldırılması adına dayatılan baskıcı zihniyet, şimdide Türkiye yüzyılı adı altında ulus değerlerinin de içini tamamen boşaltarak bambaşka bir yöne doğru rota çiziyor görünüyor.
Zaten hanidir kimi gizli, kimi aşikâr Atatürk değerlerinin sorgulandığı, milli bayramların, ulusal birlikteliklerin sekteye uğratıldığı zamanların içinden geçtiğimizi deneyimlemek zorunda bırakıldığımızı biliyoruz, şimdi ise tamamen unutturulmaya çalışılıyorsa, takınılacak tavrın ne denli elzem olduğu göz ardı edilemez, edilmemeli.
Önemli olan bu süreç içerisinde ne yapıldığı bundan sonraki dayatmalarda bambaşka bir yöne doğru çizilen rotaya karşı nasıl bir duruş ve yahut nasıl bir tepki verileceği söz konusu, şu durumda kararlı bir duruş, önemini ayan beyan ortaya koyuyor diyebiliriz.
Oluşturulan bu gündemde ana muhalefetin duruşu dikkatle takip edilecektir.
En azından Cumhuriyet değerlerine Atatürk İlkelerine bağlı kalanların konuya hassasiyet içinde yaklaşacaklarını ve Cumhuriyet değerlerine her koşulda ve daima sahip çıkacaklarını düşünüyorum.
Henüz toplumun tüm katmanlarında süreç ile ilgili genel bir bakış açısı ya da durumun hassasiyetiyle ilgili bir çıkarım yapılamamış olabilir çünkü toplum aymadan önce oldu bitiğe getirilmesi daha önce de yapıldığı üzere olası görünüyor.
Laik Atatürk Cumhuriyet rejimi bu toprakların bağımsızlığının simgesidir bunu tarih yazan binlerce şehit kanlarıyla canlarıyla ödemiştir. Dini sömürenlerin kendini Tanrı ilan edenlerin tez vakit akılları başlarına gelir umarım. İnanç sistemi öyle kişiye özel kurgulanabilecek bir oyun değil zira.
Merak edenler ve bir fikir sahibi olmak isteyenler için konuyla ilgili bilgi sahibi olabileceğimiz link aşağıda verilmiştir.
www.meb.gov.tr
Atatürk'süz müfredat olamaz.. biz dinimizi de örf adetlerimizide öğreneceğiz.. modern bilimden asla uzaklaşmaya lüksümüz yoktur emeginize sağlık kutlarım