Değerli Okuyucularım,
1970’li yılların sonlarına gelindiği yıllarda bile, Zonguldak, saate 10-15 km hızla gidilebilen; 1950 öncesinde, yol vergisinin, yollarda çalışma mükellefiyetinin ve imece usulünün olduğu yokluk yıllarında, kazma-kürekle yapılmış yollarla ulaşılabilen üç ilimizden birisi idi. Diğerleri ise Kastamonu ve Sinop İlleri idi. O yıllarda, bu üç ilimiz (57,37,67), hizmet yoksunu üç talihsiz yedililer olarak anılırdı.
1968 yılında yapımına başlanılarak etap-etap yapılan ihalelerle devam edilen 112 Km uzunluğundaki Yeniçağa-Zonguldak Yolu, Zonguldak’ı İstanbul- Ankara D100 ana karayoluna bağlamak üzere planlanıp projelendirilmişti. Çok zor arazi koşulları nedeniyle, projelendirilmesi ve yapımı ülkemizin en zor olan projelerinden birisi idi. Bu zorluğu ve yüksek maliyeti nedeniyle yapılması çok gecikmiş ve bazı eksiklerle, ancak 1979 yılı sonlarında Zonguldak’a ulaşılabilmişti.
Bu zor projenin, başından sonuna proje müellifi, ilk kuşak efsane karayolcu ağabeylerimizden, Devrek’in Bölücek köyünden Eşek Mehmet lakaplı, İnşaat Yüksek Mühendisi Mehmet Aykut ağabeyimiz idi.
(Rahmetlinin ve ekibinin büyük zorluklarla ve özverili çalışmalarla gerçekleştirdiği bu zor projenin uygulanması da, büyük ölçüde, kendisi gibi köy kökenli bir hemşehrisi olan, şimdiki Yıldız Teknik Üniversitesi 1968 mezunu bir mühendise nasip olmuştu!)
Zonguldak’a olduğu gibi, Ülkemizin pek çok iline, ilçesine, bu gün hala onun belirlediği güzergâhlardan ve projelendirdiği yollardan gitmekteyiz.
1960’lı, 70’li yıllarda, Karayolları Genel Müdürlüğünde görev yapıp da, onun nevi şahsına özgü ağır el ve kafa şakalarını; maceralı ve ilginç görev anılarını ve yıllarını, az-çok bilmeyen, duymayan Karayolcu yoktur.1970’li yılların başlarında, genç bir mühendis olarak, Mengen-Devrek Yolundaki görevim esnasında, bir kez karşılaşmak ve kendisi ile özdeşleşmiş olan el sıkmasının acısını yaşayarak tanışmak bana da kısmet olmuştu!
Biraz boydan kayıp emiş olsa da, pehlivan yapılı vücudu ile uyumlu güçlü elleri ile, ilk karşılaştığı kişilerin ellerini, parmak kemiklerinde hasarlar yaparcasına sıkarak, kafalarına bir de kafa atarak, kendisinin “Eşek Mehmet” olduğunu takdim etmesi, üstün hizmetleri dışında en meşhur özelliği idi!
Keşke onu iyi tanıyan, eli kalem tutan Karayolcu bir arkadaşı; onun bu meşhur özelliğini; Güneydoğuda, arazide çalışırken bulduğu bir kuyudan, fotinini kova yaparak çektiği suyu içmeleri; dağ başlarında, köylülerden aldığı kuzuları kesip ekip arkadaşlarına yedirmesi gibi birçok ilginç anılarını; istikşaf (ön etüt) çalışmaları yaparken, farkında olmadan sınırı geçme ve kaybolma gibi maceralarını kitaplaştırmış olsaydı!
Ben, uzunca bir süre, kendisinin bu “Eşek Mehmet “ lakabının, halkın “eşek şakası” olarak nitelendirebileceği bu el sıkmalı ve kafa atmalı tanışma özelliğinden kaynaklandığını sanmıştım. Ancak, daha sonra, durumun öyle olmadığını öğrenmiştim.
Eşeklerin arazide yürürken, düz (aynı kotlarda) bir çizgi takip etme, yokuşları %7 gibi sabit bir eğimle ve laselerle çıkma, sağlam yere basma, bir kez geçtikleri yolu unutmama gibi içgüdüsel davranışlarının olduğu bilinir. Halk arasında, yolların kazma-kürek ile yapıldığı dönemlerde, araziye salınan yüklü eşeklerin gittiği izlerin izlenerek yapılması; (eşeklerin şaşırdığı durumlarda Amerikalı uzmanlardan yardım istenmesi) gibi birçok mizahi anlatımlar da vardır!
Bu özellikleri dolayısıyla, eşeklerin iyi bir yol mühendisi oldukları da çok konuşulur! Buradan yola çıkılarak, yol mühendislerinin pirinin eşek olduğu esprisi yaygındır! Çok değerli bir yol etüt-proje mühendisi olan Rahmetli Ağabeyimize, bu niteliğini vurgulamak için, teşkilat içi çevrelerce kendisine bu lakabın uygun olacağı düşünülmüş; kendisi de kabullenmiş ve yıllar içinde, soyadı unutulmuş, “Eşek Mehmet” olarak bilinir, tanınır olmuş!
Ağabeyimizin görev yaptığı yıllarda ve 1980’lere kadar, yol projeleri; arazi ölçmelerinin, çoğu yerde çadırlarda kalan ölçme ekipleri tarafından, şerit metre, mira gibi basit donanımlarla, takeometre adı verilen dürbünlü aletlerle; hesapları kollu facit hesap makineleriyle; çizimleri çizim kalemleriyle, yazıları şablonlarla yazılarak yapılan el emeği, göz nuru ürünler olurdu.
Bu faaliyetlerin her aşamasının, Mehmet Ağabey gibi karayolculuk sevdalısı deneyimli ağabeylerin, denetim ve gözetiminde yapıldığını, ben de, az- çok gören ve yaşayan şanslılardan olmuştum.
Günümüz projelerinin ise, daha çok, ileri teknoloji ürünü bilgi işlem donanım ve yazılımlarıyla, proje şirketlerinin bilişim uzmanı-cambazı genç mühendisleri tarafından, uydu görüntüleri üzerinden yapılan etüt ve araştırmalarla hazırlanmış albenili bilgisayar çıktıları olarak nitelendirilmeleri mümkündür. Mühendislik ekonomisi de düşünülmeden hazırlanan bu projelerde, kamu kaynaklarının da israfına neden olan projelendirme ve yapım hataları daha çok yaşanılır hale gelmiştir.
YOL MÜTEAHHİTLERİNİN SEVDİKLERİ YAĞLI PROJELER!
Değerli okurlarım, yol müteahhitleri, genelde;
Heyelana müsait arazileri, yüksek kazıları ve kazı işlerini, duvarların yüksek olanlarını; tünellerin, köprülerin uzunlarını, derin ve kalın forekazıkları çok severler! Bu da yadırganamaz. Zira, bu işler yağlı işlerdir. Bir müteahhidin asıl amacı para kazanmaktır. İş onun bu amacını gerçekleştirme aracı niteliğindedir. Örneğin; .Yükleniciler heyelanı sever. Zira heyelan demek, hem yaparken hem de sonrasında, (istismara da uygun oluşu bir yana), çoğu kez yıllarca süren kazı ve imalat işleri, çarçur edilen kaynaklar demektir. (Heyelanın olduğu hemen her yerde, kazananın işin yüklenicisi, kaybedenin, hep devlet, millet oldu da bilinen gerçeklerdendir.)
.Mehmet Ağabeyin projelerinde, kazı şevi eteklerinde yapılan iksa duvarları da 2-3 m yüksekliği geçmezdi. Arkaları da ağaçlandırılır; geçenlerin gözünü de rahatlatırdı. Son yıllarda, bu duvarların, çoğu yerde, (gereksiz yere!) 10-12 m yükseklilerde yapıldığı (birçok yerde arkalarının da boş) olduğu görülür.
(Bunun nedeni, duvar yüksekliği arttıkça, onun karesi kadar da hacimi artar. Ön yüzü işçi, usta işi; gerisi, genelde, makine ile yapılır. Karşılığı ise el işçiliği fiyatı ile ödenir. Böyle olunca da yüksek duvarlar da yağlı işlerden olur!)
.Tünellerin de uzunu tercih edilmektedir. Zira, işin başlangıcında, bir kez ekip, ekipman oluşturulduktan sonra, devamı rutin bir makineli işe dönüşmektedir. (Makine ile yapılan iş de karlı iş demektir!)
.Kazığı seven bir millet olduğumuz için, yüklenicilerimizin de, forekazık işlerini de sevdikleri görülür! Bunun nedeni, belki de, zeminin içinde kaldığı ve nerede ne kadar çakıldığını, görmek, belirlemek zor olduğu içindir.
Bilindiği üzere, bir işte, işin gereğine uygun olarak projelendirilmesi ve gerçekleştirilmesi idarelerin görevidir. İşini doğru, dürüst yaparak kazanan yüklenicilerimizin, ülkemizin en kıymetli varlıklarından olduklarını söylemeye hiç gerek yoktur. Onlara teşekkür borçluyuz.
Bundan sonraki yazımız, Allah kısmet ederse ” DEVREKLİ EFSANE KARAYOLCU EŞEK MEHMET AĞABEYİN ESERİNDE AÇILAN BÜYÜK YARALAR!” başlıkla bu yazımızın devamı olacaktır.
Geçmiş bayramınızı tebrik ederim. Eşek Mehmet Ağabey gibi değerli Karayolcu ağabeylerimizden gidenleri özlem ve rahmetle anıyorum. Çok az sayıdaki hayatta olanlara sağlık ve mutluluklar, bu ruhla çalışanlar kalmış ise onlara da hayırlı başarılar dilerim.
Şenol Kuşcu, Emekli Öğretim Üyesi, Nisan 2025, Zonguldak.
























Şenol bey ben Filiz Aykut Şentürk.Mehmet Aykut'un kızıyım.Babam Eşek lakâbıyla gurur duyardı.Kendisi ile ilgili Aydın Boysan'ın yazıları vardı.
Van'lı Serkan İnşaat'ın sahibi Yusuf KURUM olarak yazılarınızı okudum ve çok beğendim.
Eskilerin ilk okulu şimdi lise liselerin universi olduğunu söylerler. Sizler gibi değerli bilim adamlarının ülkemize kattığı değerlerin kıymetini bilenler bilir. Devrekli hemşehrimiz de bunlardan biriymiş. Talihsiz 7leri daha önce sizin yazılarınızdan okumuştum.. güzel yazınıza tebrikler kaleminiz daim olsun hocam teşekkürler saygılar
Çoğu yeni yollar yoklu eşeklerin izleri izlenerek yapılmış olsaydı bu kadar yanlışlıklar olmazfı! Mehmet ağabeyin ruhu sızuamazdı.