Değerli Okurlarım,
Kısa bir süre önce, Zonguldak’ın sevilen tur operatörü Daloğlu Turizimin , “Büyük Balkan Turu “ olarak adlandırdığı ve gerçekten de büyük olan ve sekiz gün süren yedi ülkeyi kapsayan bir turuna katıldık. Organizasyon ve rehberlik hizmeti iyi, Otobüsümüz konforlu, grubumuz da uyumlu olunca; Bulgaristan Sırbistan, Hırvatistan, Karadağ, Arnavutluk, Makedonya ve Yunanistan’dan geçen turumuz da iyi geçti.
Programlanan tur güzergâhı üzerindeki, Sofya, Belgrat, Saraybosna, Mostar, Manastır, Üsküp, Ohrid, Budva, Kavala, Selanik gibi kentlerdeki, başta günümüze ulaşan önemli Osmanlı eserleri olmak üzere, tarihi mekanları ve Adriyatik kıyıları gibi doğal güzellikleri gezme, görme imkanlarımız oldu.
Bilindiği üzere, güzergahımız üzerindeki bu Balkan ülkelerinin ve Romanya, Macaristan gibi komşu ülkelerin tamamı, Orhan Gazinin Oğlu Süleyman Gazi’nin 1352 yılında Çanakkale Boğazını geçerek Gelibolu Yarımasına çıkışından 1699 Karlofça antlaşmasına kadar geçen 350 yılda fethedilmiş Osmanlı toprakları idi.
Bu topraklar, maalesef, bu tarihten sonra, 1912 Balkan Savaşlarına kadar geçen 2 yüz yılda yaşanan büyük askeri ve insani kayıplarla ve çok üzücü olaylarla elden çıkmıştı.
İlgili kaynaklarda, İslamiyetteki cihat inancı, harç ve ganimet sağlama amacı yanında, buraların, O zamanlarda da fakir olan Anadolu Köylüleri için yerleşmeye çok uygun verimli topraklar olmasının bu fetihlerde önemli faktörler olduğu yazılmaktadır.
Tekkelerinin, dergahlarının, türbelerinin bazıları günümüze de ulaşan (12 ayrı yerde türbesinin olduğu yazılan!) Sarı Saltuk gibi, oralara daha önce giden ve yerli halkı, İslam adaleti ve türk gelenekleri ile halkın gönlünü fetheden Alevi-Bektaşi erenlerinin de bu fetihleri kolaylaştıran etkileri olmuştur.
Osmanlının, feth ettiği başka coğrafyalarda olduğu gibi, buralara da kalıcı olmak için geldiği, geçen 550 yılda buralarda gerçekleştirdiğ ve tüm tahribatlara, silme, yok etme gayretlerine rağmen birçoğu günümüze ulaşan pek çok muhteşem kalıcı eserlerden de anlaşılmaktadır.
Bosna Hersek’deki, İvo Andiriç’in Nobel ödüllü “Drina Köprüsü” romanına adını veren Drina (Sokollu Mehmet Paşa) Köprüsü, Mostardaki Mostar Köprüsü gibi muhteşem şaheser köprüler, camiler, kaleler, hanlar, hamamlar, türbeler, su yolları gibi kalıcı esrerler buralara vurduğu, silinmesi mümkün olamayan mühürleri olmuştur.
Tarihten, Yahya Kemal Beyatlı’nın; “ …Haykırdı aktolgalı beylerbeyi ‘İlerle’, Bir yazgünü geçtik Tuna’dan kafilelerle” gibi dizelerinden, menkıbelerden, Osmanlı’nın buralardaki fütuhatları ve eserleri hakkında az çok bilgi sahibi idim.
Bu alt yapıya, çok bilgili rehberimizin anlattıkları ve yerinde gördüklerim de eklenince bölgenin tarihi ve turistik yerlerini görme yanında; tarihini, geçmişteki; günümüzdeki, ekonomik ve siyasi durumlarını öğrenme açısından da oldukça yararlı olmuştur.
Bu bölgeler, bu özelliği nedeniyle de, özellikle biz türkler için, mutlaka görülmesi çok arzu edilen yerler, ülkeler olmaktadır. Sofya, Zagrep, Ohrid, Üsküp, Selanik, özellikle de Saraybosna gibi tarihi kentlerin cadde ve sokaklarını, otellerini dolduran turistlerin büyük çoğunluğunun türkler olduğunu görmek te bu arzu ve isteğin yoğunluğunun göstergeleri olmaktadır.
(Bu arada, değerli Rehberimiz‘in “ Yunanistan ve Bulgaristan dışında vize de gerekmediği için, buralara, Ülkemizden çok fazla turist gelmektedir. Bu kadar fazla türk turist gelmese çok büyük ekonomik zorluklar yaşarlar. Bu gelenlere kumar, lüks tatil yapma, iş kurma, para aklama, taşınmaz alma gibi amaçlar için gelen çok varlıklı türkleri de eklemek gerek.” sözlerini de paylaşmak isterim.)
Burada, gezinin turistik yanını değil, bildiklerime, gördüklerime ve anlatılanlara dayanarak, özellikle Osmanlıların buralarda bıraktıkları eserleri, mekânları gezerken yaşadığım duygu ve düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Belgarat’ın merkezinde bulunan ve ibadete açık olan 1575 yılı yapımı Bayraktar Camii gibi camilerde namaz kılarken; Saraybosna, Üsküp, Ohrid, Manastır gibi tarihi kentlerin (Safranbolu’ya benzeyen) çarşılarında, sokaklarında dolaşırken, Üsküp’ün ortasından geçen Vardar Nehri üzerindeki Vardar Köprüsü gibi şaheser köprülerden geçerken , bir Türk olarak, mutlu olmamak, duygulanmamak mümkün olmuyor. (İlişikteki anonim fotoğraflarda olduğu gibi)
Atamızın okuduğu ve günümüzde müze olan Manastırdaki okulunu ve Selanikte doğduğu evi gezip görmekten mutlu olmamak da mümkün değil idi.
Ancak gönül coğrafyamız olarak nitelendirilen buraların, Osmanlı’nın Müslüman-Türk Anadolu tebasının kanları ile feth ve imar edildiği; elden çıkarken ve sonrasındaki çoğumuzun bildiği çok üzücü durumlar akla gelince yaşanan mutluluğun üzüntüye dönüşmesi de çabuk oluyor.
Gezip gördüğümüz yerlerde;
.Birçok eserin, kaderine terk edilmiş, virane olmuş hallerini; Haçın her yerde parladığını, Hilalin paslandığını,
.Bosna Hersek‘in, Boşnak (Müslüman Sırp) bölgeleri hariç, her yerinde, Osmanlı-Türk düşmanlığının yansımalarını; meydanların müzelerin, Osmanlıya başkaldırmış isyancıların liderlerinin heykelleri, düşmanlık tabloları, belgeleri ile dolu olduğunu,
.Belgrad Kalesinde, mermer taş bloğa nakşedilmiş olan, bu bölgedeki Osmanlı kalelerinin anahtarlarının, başları fesli Osmanlı heyeti tarafından, karşısındaki Sırp heyetine teslim edilme sahnesini temsil eden taş kabartma gibi sanat eserlerini,
.Doğu Kudüs’te de olduğu gibi, (Saraybosna Sokakları da dahil!) buralarda da, Türklere karşı bir sıcaklığın, muhabbetin olmadığını,
.Her yerde; 1992-1995 yılları arsında yaşanan Bosna Hersek iç savaşlarda ölen Boşnak Müslamanlar için oluşturulan şehitlikleri, duvardaki o günlerden kalma mermi izlerini ,
.Her tarafta, din, meshep, ırk farklılıklarından kaynaklanan gerginliklerin ve egemenlik mücadelelerinin halen de devam etmekte olması gibi olumsuz durumları görüp te üzülmemek mümkün olamıyor.
Lütfen çok dikkat!
1071 Malazgirt zaferi başlangıç alınırsa, Türklerin, 1699 Karlofça Antlaşmasına kadar, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde geçen 630 yılda, bu bölgedeki Türk egemenliğindeki topraklarının sınırlarının Viyanaya kadar ulaştığını biliyoruz.
İmparatorluğun, bu ve ulaşılan diğer sınırlar içinde kalan 5.5 milyon km2 alandan, Balkan Savaşına kadar geçen 2 yüz yıl boyunca, büyük acılarla ve kayıplarla çekildiğini de biliyoruz. Ta ki, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde yapılan Kurtuluş savaşı ile (Hepimiz ölmedikçe buralardan daha da geriye gitmeyiz.” kararlılığı ile) çekilmeler durdurulabilmiş; Cumhuriyetimizi kurabilmişiz.
Bu son kutsal savaş ile kurtarabildiğimiz topraklar, o günlerden günümüze, elden çıkan tüm Osmalı topraklarında soykırıma, zülme uğrayan kardeşlerimizin sığındığı bir yurt olmuştur. Olmaya da devam etmektedir. ( Buna, Müslüman ülkelerinde gelen ve muhacir- ensar inancı ile, son yıllarda başka milletlerden gelenleri de eklemek gerek.)
Çekildiğimiz coğrafyalarda ortaya çıkan ve değişik nedenlerle onların arkasında olan devletlerin ve milletlerin, bizleri, (kıbrısta olduğu gibi ) bu gün sahip olduğumuz tapraklardan çekilmeye zorlama mücadelelerinin devam ettiğini görmemek için ya beyinsiz ya da kötü niyetli olmak gerek!
Vatansever, aydın yurttaşlarımız; eğer, bu son vatan toprağı üzerinde, adaleti, hukuku, liyakatı, doğruluğu, dürüstlüğü temel alan demokratik ve laik bir yönetim sürdüremez isek, bölünmek, daha da küçülmek için onların uğraşmalarına bile gerek kalmayabileceğini ifade etmektedirler. Ben de bu inanca katılanlardanım.
Allahtan, millet ve devlet olarak bu gerçeklerin görülmesini; ülkemizde ve gönül coğrafyalarımızda barışın, huzurun hakim olmasını dilerim.
Şenol Kuşcu, Ağustos 2024 – Zonguldak
Eki: Bölgeden birkaç anonim fotoğraf.

Ne kadar muhterem bir ana olduğu yüzüne de yansımış, Rahmet dilerim.

Sokollu Mehmet Paşa (Dirina) Köprüsü

Belgrad'da Sava üzerinde Tito döneminden Çelik Köprü (yorulmamış - yıkmamışlar)

Mostar Köprüsü (Nice cefalar çeken muhteşem eser. Uzaklardan gelen duygu yüklü bir ziyaretçisi ile)
























Tebrikler hocam gezi mükemmel ,anlatım müthiş Gezi anlatımın gölgesinde kalmış bilinçli????
Hocam yazınızı okudum. Bende gitmeyi çok istiyorum oralara. Öyle anlattınız li sanki okuyarak yaşattınız bize. Ellerinizden öpüyorum hocam.
Sayın Hocam İki yıl önce Zonguldak HASAD derneği ile Bosna Hersek'in Jarzeg kentine gitmek nasip oldu ilk yurtdışı çıkışım (galiba son yurtdışı çıkışım olacak) Mostar köprüsüne inerken karşılaştığımız camiye girmek için bizden ücret talep ettiler. Biz Türk'üz ibadet yapacağız dediğimiz halde. Bu camiyi Bizim atalarımız yaptı dememiz fayda etmedi. JARZEG meydanında bir dondurmacı Türkçe konuşuyor dediler, merak edip yanına gittim. Gayet düzgün bir Türkçe ile sohbet ederken nereli olduğunu sordum. Türkiye'den buraya çalışmaya gelmiş birisi olduğuna o kadar emindim ki Ben Kayseri Bolu Zonguldak cevabı beklerken o Mekadonya'lı olduğunu söyledi. Nasıl bu kadar güzel Türkçe konuşuyorsun dedim abi ben Türk'üm dedi... köklerimizin izinde güzel bir yazı olmuş çok saygılar hocam okurumuz bol olsun
Hocam, Kaleminize, yüreğinize sağlık. İsmail ÖZSOY
Tebrik ediyorum hocam, bir kitaba sığacak konuyu bir makale ile çok güzel anlattınız. Zonguldak ve ülkemiz için yaptıklarınız unutulmayacaktır.