Değerli Okurlarım,
Günümüzde, bitkilerin ve hayvanların çabuk büyümesini, ürünlerin daha düzgün şekilli, albenili görünmesini sağlayan hormonlu ilaçların, genetiği ile oynanmış yemlerin, kimyasalların kullanımının çok yaygın olduğu bilinmektedir. Üretimlerinde bu tür doğal olmayan girdilerin aşırı kullanıldığı tarımsal ürünlerin son kullanıcılarına olan yan (zararlı) etkilerini de bilmeyen, duymayan yoktur.
Günümüzde, karpuz, kabak, hıyar gibi bitkilerde; dana, civciv gibi besi hayvanlarında olduğu gibi, kısa zamanda, balon gibi şişmelerinde, semirmelerinde, fiziksel ve şahsiyet olarak tanınmaz hale gelmelerinde çok etken olan, insanlara mahsus hormon türleri de bulunmaktadır!
Uzmanlar, bu hormonları uygulayan ve üzerinde uygulanan kişiler açısından çok yararlı olduğunu (her türden gücü artırdığını!) söyleseler de, toplum ve ülke için, bitkilerde ve hayvanlarda kullanılanlardan çok daha fazla zararlı yan etkilerinin olduğunu da söylemektedirler. Burada insanlara mahsus olan bu metabolizma dışında üretilen hormon türlerinden söz etmek istiyorum!
Bu hormon türlerinin, özellikle uygarlaşma evrelerini tamamlayamamış, az gelişmiş toplumlarda çok daha yaygın kullanıldığı bilinmektedir. Kamu yönetimindeki her düzeyde seçimler, atama ve terfiler; ödüllendirme ve cezalandırmalar, çıkar sağlama ile ilgili alanlar, bu hormonların en çok kullanıldığı yerler olmaktadır.
Çok güçlü etkiye sahip olan bu hormonlar, siyaset, din, mezhep, tarikat, cemaat, akrabalık, etnisite, hemşerilik (bazen iyi niyetli duygusallık) gibi bağlılık ve bağımlılık alanlarında ve bu alanların istismarı ile üretilen hormonlardır.
Bu hormon türlerinin, özellikle kamu yönetimindeki ve yetkisindeki yerlerde, her dönemde kullanımının çok yaygın olduğu bilinmektedir. Konunun uzmanları, 15 Temmuz 2015 öncesi 15-20 yılda, bu türden hormonların en etkili ve yaygın olanının FTÖ hormonu; son 10-15 yılda ise (bu kez de aksi etki için!) yine FTÖ, din, mezhep, tarikat, cemaat, milliyetçilik, akrabalık, rant gibi kaynaklardan üretilen türleri olduğunu söylemektedirler.
Bu hormonların girdi olduğu tüm seçimlerin, atamaların, terfilerin, yükselmelerin, tercihlerin, kararların hormonlu olarak nitelendirilmesi mümkündür. Bu hormonların dahli olan tüm işlerin ve işlemlerin en fazla zararlı yan etkisi olanlar ise, atananların, terfi ettirilenlerin evsafı düşük (liyakatsiz, yetersiz), kararların da yanlış olanları olduğu söylenebilir. (Zira hormon dahli olsa da, bazen iyi, iyi niyetli, doğru olanları da olabilmektedir.)
Bu tanımlamaya göre, örneğin; bu hormon ajanlarından birisinin etkisi ile seçilmiş olan bir başkanın hormonlu başkan; profesör yapılan bir kişinin hormonlu profesör olması gibi; atanan bir genel müdürün, rektörün, hâkimin, savcının hormonlu genel müdür, hâkim, savcı, rektör olarak nitelendirilmeleri gerekir.
Günümüzde, özellikle kamuda önemli makamlara getirilmiş olan kişilerde, böyle bir hormon etkisinin olup olmadığının, daha önce bulundukları görevler, eylemleri-söylemleri, mezun oldukları okulları, etkin ve yetkin kişilere olan yakınlıkları gibi durumlara bakılarak, az-çok anlaşılması mümkündür.
Gizli, aşikâr, her alandaki yaygın kullanımlarına ve günlük yaşamdaki yaşananlara bakıldığında, ülkemizde, son yılların, hormonlu, hortumlu, çeteli yıllar olarak hatırlanacağını sanıyorum. İnşaallah daha da beterleri yaşanmaz!
Üniversitelerde merak konusu olabilecek bir hormon şüphesi!
Değerli okurlarım,
Hormon kullanımının yüksek yargı organları gibi hiç ulaşmaması gereken kurumlara kadar ulaştığı bir ülkede, üniversitelerin de hormondan arınmış yerler olduğunu söylemek mümkün değildir. (Bunu da, biraz bilenlerden, görenlerden olduğumu söyleyebilirim.)
Örneğin, üniversitelerde, rektörler, on yıl öncesine kadar, o üniversitenin öğretim üyelerinin seçimle belirlediği 6 aday arasından atanmakta idi. Demokratik işleyişe uygun olması için, daha çok da, en fazla oy alan adaylar atanırdı. Tıp Fakültesi olan Üniversitelerde, en fazla oy alanlar tıp kökenli adaylar olduğu için de, bu üniversitelerde, hep uzmanlık alanı tıp olan adaylar rektör atanırdı. Bu da, zaman-zaman diğer fakültelerden hocaların şikâyetlerine neden olurdu.
Bu durumun, tıp fakültesi olan üniversitelerde, en fazla öğretim üyesinin bu fakültelerde olması yanında, hizmetleri insan sağlığı ile ilgili olduğu için, en büyük kaynağın bu fakültelere ayrılıyor olması, en büyük kampüslerin Üniversitelerin sağlık kampüsleri olması gibi nedenlerin bir sonucu olduğu da söylenebilirdi.
Ancak, Rektör adayı belirleme seçimlerinin kaldırılması ve atamaların, YÖK’ün, (baş vuran- vurdurulan!) adaylardan belirleyip önerdiği üç aday arasından yapıldığı son yıllarda bu durumun çok değiştiği görülür.
Örneğin günümüzde, 130 devlet üniversitesinin 91’inde tıp fakültesi ve büyük bir bölümünde de, aynı zamanda diş hekimliği, eczacılık, sağlık bilimleri okulları bulunmasına rağmen sadece 25 devlet üniversitenin rektörünün uzmanlık alanın tıp olduğu görülmektedir. Devlet üniversitelerinden 97’sinde fakülteleri bulunan Diş Hekimliği ve Eczacılık Fakültelerinden ise hiç rektörün olmadığı da görülmektedir.
Yine günümüzde, Devlet üniversitelerinin 92’sinde mühendislik ve teknoloji fakültesinin olduğu ve bu üniversitelerden 29’unun rektörünün mühendis kökenli, 38 Hukuk fakültesi olan devlet üniversitesinden sadece 4’ünün rektörünün uzmanlık alanının hukuk olduğu da görülmektedir. Birçok üniversitede, dekanlar düzeyinde de durumun benzer olduğu bilinmektedir. (“Vardı da atamadık mı ?” denirse, “ o zaman açmayacaktınız!” denilmesi gerekir.)
Daha çok, hangi uzmanlık alanlarına mensup hocaların rektör olduğunu ise söylemeye, yazmaya gerek yoktur! ( Merak edenler, internetten, kolayca öğrenebilir!).
Buralarda, (atananların kişisel nitelikleri ayrı tutularak), yukarıda sözünü ettiğim türden bir hormon etkisinin olup olmadığını da takdirlerinize arz ederim!
Ya Bizim Üniversitemizde!
Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesinde de en fazla öğretim üyesinin ve öğrencinin, en fazla kaynak tahsisinin; halkla ilişkilerin en yoğun olduğu birimlerinin Üniversite hastanesi; Tıp, Diş Hekimliği, Eczacılık fakülteleri, Sağlık Yüksek Okulları gibi birimleri olduğu bilinmeleridir, Bu birimler de, üniversitenin en büyük kampüsü olan Kozlu Erenköy’de bulunan İbn-i Sina (Sağlık ) Kampüsüdür.
Bu üniversitede de son, 12 yılda, mevcut sayın rektörle birlikte üç dönem mühendis kökenli, bir dönem de uzmanlık alanı iktisat-işletme olan bir sayın rektörün görev yaptığı görülür. (Yine kişisel nitelikler bir yana, burada da, bir hormon etkisinin olup olmadığını da takdirlerinize arz ederim!)
(Kim bilir, Sağlık Kampüsünde altyapı sorunlarının çok fazla olmasının bir nedeni de belki bu yüzdendir!). 36 yıl öğretim üyesi ve yönetici olarak görev yapmış, mühendis kökenli emekli bir öğretim üyesi olarak, bu durumun, üniversitemiz ve Zonguldak için isabetli olmadığına inanlardanım.
Bahse konu hormonlar ve hormonlularla mücadelenin en etkin yolunun, özellikle seçilmiş ve atanmış kişilerin hormonlu olup olmadıkları konusunda halkın aydınlatılması olduğunu düşünüyorum. Bu görevin de, daha çok, basına, muhalefete ve her türden hormona alerjisi olan vatandaşlara düştüğüne inanıyorum.
29 Ekimlerin en büyük bayram olduğunu bilenlerin; vatanımızı kurtaranları, Cumhuriyetimizi kuranları rahmet, hürmet ve özlemle ananların geçmiş Cumhuriyet Bayramlarını en kalbi duygularla tebrik ederim. Her alanda aktif ve pasif hormon kullanımlarının, yanlışım oldu ise affımı dilerim.
Şenol Kuşcu, Ekim 2024 , Zonguldak
























Çevremizdeki duyduğumuz duymadığımız tüm hesaba kitaba sığmayan işler, namusuyla haramsız hilesiz olarak yaşamlarını sürdürenler ile hiç bir şey üretmeden çalışmadan çabalamadan yan gelip yatarak lüks içinde yaşamak isteyenler ve yaşayanlardır hocam.. ülkemizin genel ahlak düzeyi aşağıya doğru pike yaparken buna doğru orantı olarak yolsuzluk sapkınlık artmaktadır. Malesef uzun süre değişeceğine inanmıyorum. Çok sağlıklı günler diliyorum sayın hocam saygılar
Homonlu atanmışlar maalesef her yerde