Değerli Okuyucularım,
Çaycuma kaymakamlığı ve Belediye Başkanlığı tarafından organize edilen “Çaycumalılar Buluşuyor!” günlerinin 8.’si 2-4 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirilmiştir. Basına yansıyan haberlerden, yapılan paylaşımlardan ve gördüklerimden, bu buluşmalarının da, öncekiler gibi, kalabalık birlikteliklerle ve coşkulu etkinliklerle geçtiği anlaşılmaktadır.
Bu etkinliğe, söyleşi ortamında bir konferans ile katılmaktan; gönül ve sevgi ortağım Çaycumalı Hemşerilerimle birlikte olmaktan ben de büyük mutluluk duydum.
Yukarıdaki başlıkla gerçekleştirdiğim söyleşi- konferansın “Köyümüzün Nil’i “ bölümüne, zaman yetersizliği nedeniyle yeterince yer veremedim. Yer veremediğim bu bölümünü burada paylaşmanın uygun olacağını düşündüm.
Çayların çay gibi, ırmakların ırmak gibi aktığı, henüz HES’lerin icat edilmediği 1950’li 60’lı yıllarda, köyümüzün hemen kenarından akan, Filyos Irmağının en büyük kolu olan Soğanlı Çayı da, Köyümüzün Nil’i niteliğinde idi. Yaşam faaliyetlerinin büyük bölümü Çay ile ilgili olurdu.
Burada, çocukluk yıllarımın geçtiği o yıllarda, çayı ile ilgili, köyümüzdeki bazı yaşam kesitlerini paylaşmak istiyorum:
Filyos üzerindeki Çaycuma Köprüsünden, doğuya doğru, ırmak boyunca, 65-70 km gidildiğinde, Araç ve Soğanlı Çaylarının buluşup nehir olduğu ve Filyos adını aldığı noktaya ulaşılır. Günümüzde bu bölgede Karabük DÇF ve Karabük kent merkezi bulunmaktadır.
Karabük’te, Soğanlı Çayı tarafına sapıp, DÇF’dan sonra, bu kez de Soğanlı Çayı boyunca, doğuya doğru, 25 Km kadar giderseniz vadinin güneye bakan yamacında bulunan Safranbolu’ya bağlı Güney Köyüne (Benim doğup büyüdüğüm köye!) ulaşabilirsiniz. Kim bilir belki de, büyükçe bir köy olan köyümüz, bu konumundan dolayı “Güney” adını almıştır.
Köyün, hiçbir köylünün ve kişinin bilmediği bir özelliği de vardır. Bu özelliği, çok yükseklerden çekilmiş uydu görüntülerinde bile yerinin fark edilebilir olmasıdır. Zira, çok uzak noktalardan yola çıkan Araç ve Soğanlı Çayları, Köyümüz ve Araç Çayı ( ve Karabük-Kastamonu yolu) üzerinde bulunan Toprakcuma Köyü arasında, birbirlerine çok yaklaşırlar. Burada iki çayı birleştirecek bir tünel açılsa uzunluğu 2200 m kadar olmaktadır!
Soğanlı Çayı köyün doğusunda ve batısında, oldukça geniş bir yataktan akar. Günümüzde, özellikle yaz, hatta kış aylarında, paçaları sıyırarak geçilebilen Çayımız, bir zamanlar, ilkbahar aylarında, yatağını labalep doldurarak çok coşkun akardı. Çay tam bir ırmak olurdu.
Çoğu yerde de, çayın aktığı yerlerle vadi yamacının başladığı yerler arasında, yer, yer, daralan, genişleyen ekime, dikime çok uygun, sulanabilir verimli topraklar bulunurdu.
Köyde yaşadığım 1950’li 60’lı yıllarda, köylülerimizin birçoğunun, buralarda, mısır ve kavun, karpuz, kabak gibi çeşitli ürünler yetiştirdiği, meyve ağaçları diktiği arazileri olurdu. (Günümüzde de vardır ama eken-diken yoktur!)
Köyün buralardaki arazilerine, köylüler “ada” derdi ve özellikle ekim ve hasat zamanlarında “adaya gidiyan, adadan geliyan” kelimeleri dillerinden düşmezdi. (O yıllarda köye ilk gelen, İstanbul’u iyi bilen ve bu kelimeleri çok duyan bir yabancı, belki de, buralarda da Heybeli Ada, Kınalı Ada gibi adaların olduğunu sanabilirdi!)
Köyün hemen yakınında, üç-beş köye de hizmet veren ve günümüzde, etrafa saçılan taşları ve kalıntıları kalan, çarkları Soğanlı Çayının suyu ile dönen, ( Köyün ileri gelenlerinden “Kellecogil” lakaplı ailenin) üç ünite (üç ocak) büyük köy değirmeni bulunmakta idi.
Köyümüzün karşısında, Çayın karşı tarafında da, evleri tepelerde olan (Ovacık’a bağlı) komşu köylülerin, yaz aylarında, Soğanlı Çayının çamurundan kiremit kestikleri (yaptıkları) kiremit harmanları, fırınları, barınakları bulunurdu. Mehtaplı yaz gecelerinde, çayı geçip, bizim köylülerin Adalardaki bostanlarında kuzu gibi yatan kabaklarını, kavunlarını, karpuzlarını çalma vakıaları da çok olurdu! (Kendileri çalıp suçun, onlara atıldığı durumlar da konuşulurdu!)
Köyde yaşadığım yıllarda, ilkbahar aylarında, çamur deryası gibi coşkun aktığı zamanlarında, Çayın yerlerinden söküp sürüklediği, götüremeyip yatağında bıraktığı odunlar, sel kütükleri de yine, ormanı olmayan köyümüz için bir odun deposu olurdu.
Taşkın zamanlarında, içgüdüsel olarak, akıntının tersine yüzmeye çalışırken, sel suları kesildiğinde de oluşan küçük gölcüklerde çırpınan ve çay boylarında avlanan balıklar da bazı becerikli köylülerimizin gıdası olurdu.
Yine yaz aylarında, tertemiz akan Çayın yavaş aktığı derin yerleri, köyün çocuklarının ( donsuz girdiği!), yüzmeyi öğrendiği, gençlerin su ile buluştuğu, kenarlarındaki küçük kumsallarında güneşlendiği küçük plajları en çok sevdikleri, özledikleri yerler olurdu!
(Biraz önce, Değerli Fotoğraf Sanatçısı Nadir Ünal Kardeşimizin, dünyanın birçok ilginç noktalarında çektiği sanat ve emek ürünü değerli fotoğraflarını içeren sergisini izledik. Sergilediği fotoğraflar arasında, ah bir de, yaşı müsait olup, Filyos’un sularına da donduz giren, küçük kumsallarında güneşlenen çocukların mutluluğunu yansıtan siyah-beyaz bir fotoğrafı da olabilseydi, her halde ilgi rekorunu o fotoğrafı kırardı!)
Bu satırların yazarı da, yıllarca, iş-güc ve yokluklar çok olsa da, huzurun da çok olduğu, o çocukluk yıllarının özlemi ile yaşamıştır. Köyümüzden çıkan köy kökenli ilk mühendis ve (halen de) ilk profesör olarak; Karayollarında ve Üniversitede geçen uzun görev yıllarında, hep köyü ve köylüleri ile çok yakın ve yol gösterici olmaya da çalışmıştır.
(Ancak son yıllarda, köyüne olan bu ilgi ve bağı oldukça azalmış, bayram ziyaretleri bile mezarlık ziyaretinden başka bir anlam taşımaz olmuştur. Bunun bir nedeni, Soğanlı Çayının eskisi gibi akmaması yanında, o günlerden yakın, uzak akraba, komşu kimsenin kalmamış olmasıdır.
Bir diğer nedeni de, son yıllarda ülkeye daha fazla tebelleş olan Gazi Mustafa Kemale ve kurduğu Laik Cumhuriyete düşman olan yobaz istilasıdır. Köyümüzün ve civar köylerin de bu istiladan nasibini almakta olduğunu görmesidir. Bayram ve sair zamanlarda, taktıkları sarık, üniforma şekilli fes, giydikleri şalvar ve cüppe ile dolaşan köylüler ve gurbetçiler bu istilanın göstergelerini oluşturmaktadır.
Birçok yerde görülen ve devlet memuru olan köy imamlarının da yoldaşı olan bu kişilerin, merkezi İstanbul’da olan İsmayil Ağa, Süleyman Ağa Cemaati gibi cemaatlerin uzantıları olduğnu da herkes bilinmektedir! Bu çok üzücü durumlar da onun köyüne, köylüsüne olan ilgisini, sevgisini azaltmaktadır.)
Çocukluk yıllarımda, yukarıda değindiğim, Soğanlı Çayı ile ilgili köy yaşamı kesitleri; akan suyun büyüklüğüne, yamaçlarının topoğrafik yapılarına ve vadi genişliklerine göre farklılıklar gösterse de, tüm çay ve ırmak boylarındaki köylerde, kasabalarda az-çok biribirine benzer idi.
Günümüzde, tüm çayların aynı kaderi paylaştıkları bilinmektedir. Burada, Değerli Emekli Öğretmenimiz Yalçın Demirdöğen’in, Araç Haber Gazetesinde yayınlanan ” (Araç Çayı üzerine yapılacak baraj ile ilgili) “Sana Dizgin Vuracaklar Araç Çayı” başlıklı şiirinin üç kıtasını, izinleri ile ekleyip yazımı sonlandırmak istiyorum.
“
Yüz yıllardır, şırıl şırıl akarsın.
Akıp gider sağa sola bakarsın.
Gün gelir sel olup coşarsın.
Sana dizgin vuracaklar Araç Çayı!
Salınarak dalga dalga gidişin.
Yavuklunla Karabük’te birleşin.
Filyos olup denizlere akışın.
Sana dizgin vuracaklar Araç Çayı!
Bahçe, bostan suyu oldun ovalarda.
Meyve, sebze verdin bize tarlalarda.
Havuz oldun, plaj oldun kayalarda.
Sana dizgin vuracaklar Araç çayı!
…”
Başta Değerli Kaymakamımız ve Belediye Başkanımız olmak üzere, gönül ve sevgi dostu tüm Çaycumalılara içten iyi dileklerimi arz ederim. Buluşmalarının yıllarca devamını dilerim.
Şenol Kuşcu, Emekli Öğretim Üyesi - Mayıs 2025, Zonguldak
.
Şenol KUŞCU, Eski Karayolcu, emekli Öğretim Üyesi.
“Çaycumalılar Buluşuyor” Günleri, 2-4 Mayıs 2025.- Çaycuma
Görüntü 2. Filyos Vadisi, Gökçebey-Deniz arası uydu görüntüsü
























Köylerimiz 1980'lere kadar Soğanlı çayının güneyinde yer alan Güney köyü gibiydi hocam. Uygarlığın zorunlu yürüyüşüne ayak uyduran köylerimiz kendileri için kafa yoran olmayınca büyük şehirlerin ve teknolojinin cazibesine kapılarak köylerimizi terketti. Oysa İstanbul'a yapılan yatırımlar bölgesel olarak paylaşılsaydı, iyi kötü insanlara düzenli gelir sağlayacak bir işleri olsaydı o tarlaların en azından bir bölümü hâlâ ekili dikili olacaktı. Köyden göç eden insanlar şehirlerde umduklarını bulamadı geçim derdine düştü. Çare olarak da çoluk çocuğa yurt sağlayan cemaatlere sığınmaları oldu. Ataları Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu laik cumhuriyetimizin temel taşları olanların torunlarının bazilari malesef cumhuriyetimizin izinden yürümeyede zorluk çektiler. Yurtdışından yaşayan 2.nci 3.ncü kuşak saydaşlarımız bazıları yaşantıları ve savundukları görüşler bir birine zıt bir şekilde sırıtmaktadir ama genç cumhuriyetimizin hafızası bu olumsuzlukları çözecek güçtedir sayın hocam.